9. Geçmişim

218 34 12
                                    

[Flashback-Chan]

Hafif yağmurlu, sağanak az önce bitmiş, kapalı hava ve tüm bunlara rağmen oldukça güzel bir gündü. Kendisi her zaman güneşli havaları tercih ederdi ama bugün ona huzurlu hissettiriyordu. Canı istemediği için sabah birkaç derse girip okuldan kaçmıştı. Enteresan bir lisede okuyordu ve arkadaşlarını pek sevdiği söylenemezdi. Biri hariç...

Duvarın dibine sinmiş onun da dışarı çıkmasını bekliyordu. Kendine bile zor itiraf ettiği duygular beslediği için kendini suçluyor ve yüzüne bakmaya utanıyordu ama yine de onun yanında iyi hissediyordu. Sanki içindeki her şeyi ona söylerse bunu garipsemezdi.

İster ergenlik diyin, ister cesaret veya aptallık,her şeyle baş edebileceğini düşünüyordu. Tüm dünya ondan nefret etse bile yanında onu seven tek bir kişinin olması yeterliydi. Tüm dünyaya baş kaldırabilirdi o zaman.

Koşarak yanına gelen çocuğu gördü ve elini uzattı, koşmaktan nefes nefese kalmış bu yüzden yavaşlamıştı. Chan, onu tutup çekerek koşmaya başladı. Okulun iki sokak aşağısına inene kadar koştular.

Her zamanki şeyleri yapıyorlardı. Babasının çalıştığı yerin çok yakınındaydılar, kesinlikle okuldan kaçtığını öğrenmesini istemiyordu. Yanındaki o kadar rahattı ki, sadece bu sebepten bile çok geriliyordu. Okul saatinin bitmesini ve eve gitmeyi istiyordu.

Bir parkta çimenlerin üstüne oturmuş etrafa bakınıyorlardı. Sessiz bir sokaktaydılar, iş ve okul saati olduğu için parkta neredeyse kimse yoktu. Arada bir iki yaşlı teyze veya amca yavaş yavaş yanlarından geçip gidiyordu. Konuşmadan öylece otururken sağ tarafında duyduğu sesle irkildi.

"Benden hoşlanıyorsun, değil mi?"

Ne cevap vermeliydi? Nasıl anlamıştı ki bunu? Birkaç saniye içinde binlerce soru döndü kafasında. Yanındakinin, kafasını çevirip gözlerini buluşturmasıyla cevap vermesi gerektiğini fark etti.

"Nasıl anladın?" saçma bir soru muydu?

"Çok belli ediyorsun. Hiçbir erkek diğer erkek arkadaşına böyle davranmaz. Kız gibi yani."

Kız gibi? Bu kelimenin ne anlama geldiğini büyüdüğünde anlayacaktı. Herkes bununla farklı bir şeyi kastederdi ama asla iyi bir şeyi değil. Erkek "olmamanın" ne kadar utanç verici olduğunu bu iki kelimeyle tarif ederdi herkes.

"Özür dilerim." tam kalkmaya hazırlanıyordu ki bileğini tutan el yüzünden durdu. Kolunu kavrayıp kendine çekti ve Chan'ın dudaklarını kendininkine hapsetti.

Beyni donmuştu Chan'ın. Asla böyle bir tepki beklemiyordu. Yavaşça dudakları ayrıldı. Heyecandan kalp atışlarını beyninde hissediyordu.

"Hiç beklediğim gibi değildi."

Gözleri büyüdü, şaşkınlık içinde karşısındakine bakıyordu.

"Üzgünüm, sanırım bu benlik değil. Biraz az görüşsek daha iyi olur."

Hızlıca bunları söyleyip oradan gitmeye başladı. Chan, ne hissedeceğini bilemiyordu. Onunla ilgili miydi, yeterince güzel olmadığı için mi gitmişti? Belki de tiksinmişti ondan. Yine düşüncelere daldı. Bu halde eve gitmek istemiyordu. Ailesi ile arasında hep bir duvar vardı ve böyle bir zamanda, kendini berbat hissettiği bir anda, onlarla konuşmak bile istemiyordu.

Eve gitmemek için oyalandı. Saatlerce sokaklarda gezdi. Sadece yürüyordu. Annesine sadece geç geleceğini söyleyen bir mesaj atmıştı ve saatlerdir telefona bakmıyordu. Ancak hava kararmaya başladığında eve döndü.

Kapıyı açtı içeri girdi ve geri kapattı. Kötü bir şey olmuştu, hissediyordu.
Anne, babasına bakmak için salona ilerledi. Salondan içeri adım attığı an suratına inen tokatla yere savruldu.

"Ne bu kepazelik? Benim oğlum nasıl böyle bir şey yapar?"

Sadece babasının bağırışlarını ve annesini onu sakinleştirme çabalarını duyuyor ama ne dediklerini anlayamıyordu.

"Benim oğlum nasıl ibne olabilir? Nasıl yakıştırırsın bunu kendine ha?"

Sanırım sona gelmişti. Evden atılacaktı bu yüzden o atmadan önce ben çıkmalıyım diye düşündü. Hiçbir şey demeden ayağa kalktı ve çantasını alıp evden çıktı. Kapıyı kapamadan önce tek bir cümleyi algılayabildi, annesinin ağlayan sesini.

"Senden nefret ediyorum! Neden daha iyi bir evlat olamadın? Senden nefret edi-"

Koşar adım yürümeye başladı. Nereye gittiğini bilmeden sadece adım atıyordu. Yeni ve rezalet hayatına doğru koşturuyordu.

Birkaç yıl sonra babasının öldüğü haberini aldı. Zaten hasta ve çok alkol tüketen biriydi, pek şaşırtıcı olmadı onun için. Bu haberden sonra defalarca kez annesiyle konuşmak istedi ama asla cesaret edemedi. Her defasında kapıdan dönüyordu. Ne diyebilirdi?

"Merhaba anne! İbne oğlun fahişe oldu, benimle gurur duyuyor musun?"

Kendine karşı her zaman çok acımasızdı. Kendine lanet ettiği bir gün artık annesinin karşısına çıkması gerektiğini düşündü. Daha ne kadar erteleyebilirdi ki? Tüm gücünü toplayıp kapıya kadar geldi. Defalarca kez kapıyı çaldı ama ses yoktu. Beklemeye başladı. Saatlerce o buz gibi kapının önünde bekledi. Ertesi gün sabaha karşı daha fazla dayanamadı. Zorladı zorladı, en sonunda kapıyı kırıp eve girdi. Hayatı boyunca aklından silinmeyecek o şeyi gördü.

Seneler sonra bile annesinin asılı duran bedenini en ufak ayrıntısına kadar hatırlayacaktı.

Daha sonra birçok şeyi unuttu, beyni onun yerine sildi her şeyi. O çocuğun adı, yüzü ve saçma sapan bir sürü başka şey. Başına gelen hiçbir şeyi hatırlayacak kadar umursamıyordu. Ne dafalarca kez yaşadığı tacizi ne de istismarları. Arada bir aklına gelen bazı hisler onu yoruyordu. Sadece annesini net bir şekilde hatırlıyordu. Hayatı boyunca onu gerçekten seven ama anında tüm duyguları sönüveren tek kişiyi.

Yaptığı her şeyde ezik hissediyordu. Hiçbir şeye layık değildi, sadece yemeli ve sürünmeliydi. Görüşü her bulanıklaştığında düşündüğü tek şey nasıl bir durumda olduğuydu. Yaşadığı her kötü şeyi hak ediyordu. Eğer böyle biri olmasaydı hiçbirini yaşamazdı.

Ve o ana kadar, ona farklı düşündürecek biriyle karşılaşmamıştı.

Lawliet / ChanMinWhere stories live. Discover now