3.Bölüm

132 29 7
                                    





Multimedya; Roan


İyi okumalar!!



Gözümün değdiği yerde karanlık yükseliyordu. Benimle konuşuyordu ama diline yabancı olduğum büyüyü anlamıyorum. Sert kadife bir sese sahipti. Derinden gelen ses efsunluydu. Her bir kelimesi yüreğime damgalanıyormuş gibi acıyla irkildim. Karanlık yakıcı sıcaklığa ulaştı. Bir adamın acı çığlığı kulaklarımı tırmaladı. Alevler ortadan ikiye ayrıldı ve bana sesin sahibini gösterdiler. Dehşete düştüm. Görüntü karşısında yüreğimi parçalıyorlar sandım. Boğazımdan yükselen çığlığımı kulaklarımı sağır etti.

"Maren!! Uyan!!"

Soluk soluğa yattığım yerden doğruldum. Derin nefeslerim ciğerlerime yetmiyordu. Acıyla sızladılar. Boğazım yanıyordu. Sofia'nın endişeli bakışlarına karşılık veremedim. Zihnim daha kendine gelmemişti. Ne gördüğüme dair hiç bir fikrim yoktu. Tek hakimiyet korku ve çaresizlikti.

"İyi misin?" dediğini duyar gibi oldum. Başımı belli belirsiz salladım. Duşa gireceğim hakkında bir şeyler zırvaladım. Nasıl banyoya girdim, kendimi soğuk suyun altına attım bilmiyorum. Halen kendime gelememiştim. Bu hafta bu üçüncüydü. Gördüğüm kabusların hiç birini hatırlamıyorum. Tek hissettiğim korku ve çaresi olmayan bir belirsizlikti. Sırtımı soğuk fayansa yasladım. Başım öne düşükken saçlarım yüzümü kaplıyordu. Akan göz yaşlarım soğuk suya karıştı.

Beni bu kadar yıkan neydi?

Hayatım boyunca zorluklarla başa çıkmıştım. Annemin yokluğu beni hep bir yanımın eksik olmasına sebep olmuştu. Babamın gönüllü asker olması diğer yanımında eksik büyümesine sebep olmuştu. Her derdime büyük babam koşturmuştu. O da olmasa sanırım kimsesiz kalırdım.

Duşun ardından Sofia konuşmak istesede geçiştirdim. Sabah olmak üzereydi. Üzerimi giyinip antreman salonuna indim. Koca bir arenayı andırıyordu. Amfi şeklinde sıra sıra yukarı gidin sandalyeler boştu. Bir haftadır üzerinde çalıştığım silahlarımı tek ter oluşturmaya başladım. Bu sefer hançerlerdi. Gölgenin büyüsüne kendimi kaptırdım. Her bir hançeri öncekinden daha hızlı oluşturup hedef tahtalarına atmayı denedim. Soluk soluğa kalana kadar. Kollarımda güç kalmayana kadar çalıştım. Kolumdaki saate baktığımda dört saat geçtiğini gördüm. Kahvaltıyı kaçırmıştım.

"Midenin sesini buradan duyuyorum günışığı." Kadifemsi erkeksi ses tüylerimi diken diken etti. Kafamın içinde tırmanıp çıkmak isteyen düşüncelere kaşlarımı çattım. En üst sırada yer alan sandalyeye oturmuş elinde sandviçle beni izleyen adama döndüm. Üzerinde savaşçı kıyafeti vardı. Üzerinde hiç silah yoktu.

Derslerde göz ucuyla gördüğüm kadarıyla profesör onada aynı yöntemi alıştırmaya çalışıyordu. Alevden okları hedef tahtalarını yakıp kül etmişti. Büyü sağ olsun tekrar eski haline gelmesi saniyelikti.

Başımı yana eğdiğimde saçlarım omzumdan aşağı sallandı. Bakışları saçlarımda dolaştı. Elimi belime koydum, bir bacağıma doğru yaslandım. "Çok sevgili soylu kulaklarını tırmaladığım için hiç üzgün değilim Carney?" diye alayla şakıdım. En son nöbeti olduğu gece konuşmuştuk. Ağır lafım onu oldukça kırmış olmalı. Sandalyeden kalkıp ağır ağır aşağı indi. Olduğum yerde hareketsiz durarak gelişini izledim. Her adımında dağınık saçları kımıldanıyordu. Bir zamanlar parmaklarımın arasında gezinen saçlarının yumuşaklığını hatırlıyorum. Baharı andıran sıcak kokusu bana yaşamı hatırlatıyordu. Canımız sıkıldığında geceleri çatı katında buluşurduk. Kışın üşüdüğüm vakit kollarının arasına alır sıcaklığıyla beni ısıtırdı. Her kayan bir yıldızda dilek tutup hayalimizi anlatırdık.

Zemistan AkademisiWhere stories live. Discover now