Nasırlı elleri, silah tutmaktan sertleşmiş, gözleri alışagelmiş kurşun, saçlarına karışan barut, hayallerini süsleyen şehadet...
Umay'ın hayatı kendisine gelen telefona kadar bunlardan ibaretti. Sabah güneş doğmadan kalkar, gecenin zifirinde askerli...
"Ne oluyor komutanım?!" Albay'ın sert bakışları bana döndü. "Ne işin var burada?" Şaka mı yapıyor?
"Kaçtım, şimdi siz söyleyin ne oluyor?" Bir an bile düşünmeden kurduğum cümleyle bu sefer generalin bakışları sertleşti. "Ne demek kaçtım?"
"Komutanım! Timim orada esir! Biz neyi konuşuyoruz?"
"Bizde zaten timini kurtarmak için plan yapıyorduk bölmeseydin." Sinirden gözüm kararıyordu. Beni düşünmemişlerdi, düşünmeyi bırak haberim bile yoktu. "Bana ne zaman söyleyecektiniz? Timi kurtarınca mı?" "Ya da şehit haberi gelince?!"
"Yüzbaşı kendine gel!" Anlamıyorlar ya. "Komutanım koordinatları verin gidip timi alayım."
"Hayır!" Duruşumu dikleştirdim. "Ben timin yanına gideceğim komutanım, ya 'Yüzbaşı Umay' olurum ya da Alev"
"Olmaz, Alev'in timini sağ bırakmazlar." Generale döndüm. "Komutanım sizi temin ederim kendi timim bile beni tanımayacak. Lütfen!"
Hızla odama girdim. Simsiyah kamuflajımı giydim. Saçlarımı topuz yaptım, silahlarımı yerleştirdim, botumun içine iki tane çakı koydum. Artık hazırdım.
Alev sahalara geri döndü.
Albay helikopterin yanında beni bekliyordu. Ona temkil verip helikoptere bindim.
2 saatlik bir uçuşun ardından pilot iniş yaptı. Dikkatli bir şekilde etrafıma baktım. 1 km ötede ki mağarada saklanıyorlardı.
"İniş yaptım komutanım." Albay ve General toplantı odasından beni dinliyordu. Hızla yürümeye başladım.
Mağaranın kapısında iki tane it bekliyordu. Mağaranın arkasına geçtim. Cebimden çıkardığım bombayı oraya sakladım. Bu salaklar zaten fark etmezdi.
Sol tarafta ki teröristin dikkatini bir taş ile çektim. O da mal olduğu için tek başına geldi. O tam arkasını dönecekken boynunu kestim. Onu çalılıkların arkasına sakladım.
Bu seferde sağ tarafa geçtim. Onun kafasına susturucu taktığım silahımın kabzasıyla vurdum. Saniyeler içinde kollarıma yığıldı. Onu da arkadaşının yanına bıraktım. Beraber uzansınlar şerefsizler.
Mağaranın içine göz gezdirdiğimde itin biri, kameraya konuşuyor -muhtemelen canlı yayın- diğer ikisi de onu çekiyordu. Kimse beni görmemişti. İsteseler bile göremezlerdi. İlk önce kameraya konuşan salağın kafasına sıktım. Sonra vakit kaybetmeden diğer ikisinin. Susturucu taktığım için kimse duymamıştı yani yan mağarada zıkkımlanan diğer itler birşey duymadı. Kameranın önüne geçtim. Albay beni görünce gülümsedi. O gülümserken içeride Generalin sesi duyuldu. "Çocuklar, size ne derse onu yapın."
Vayy time sürpriz yapacağız. Gidip ellerini açtım. "Kimsin sen?!" Kara'nın sorusunu umursamadan ayağa kalktım. Elbette beni takip edeceklerdi.
Onlar arkamda ben önde helikopterin yanına geldik. Gerekli mesafe olduğuna emin olunca düğmeye bastım. BOM!
Heryer tuzla buz oldu. Timin şaşkın bakışları üzerimdeydi ama pek takmadım. Helikopterden inene kadar sürekli soru sormuşlardı. Ama cevap alamadılar. Alamazlardı tabii! Benden habersiz operasyona gitmek ne demek! Benden çekecekleri var.
Helikopter durduğunda Albay'ın bizi beklediğini gördüm. Hemen hazırola geçtim. Timde zaten hazırola geçmiş bizi izliyordu. "Yüzbaşı Umay Şimşek İzmir Görev Başarılı." adımı duymalarıyla kaşlarını çattılar. Oh olsundu.
"Üsteğmen Yiğit Kara" "Teğmen Emre Aydın" "Teğmen Fırat Vural" "Astsubay kıdemli başçavuş Mustafa Kılıç " "Astsubay başçavuş Mert Kalem"
Odama gelip üzerimi değiştirdim. Tam çıkacakken telefonum çaldı. Binbaşı Demir Hass... Ben onu unuttum ya. Neyse ne diyerek açtım telefonu. "Yüzbaşı Umay Şimşek İzmir emret komutanım" Sinirlendiği her halinden belli oluyordu. "Nerdesin Umay!?" Allah sesi bile korkunç. "Karargâhtayım komutanım birazdan çıkacağım." Sinirle nefes aldı. "Evde bekliyoruz." İçimden bir ses sıçtığımı söylüyor. İnanmalı mıyım?
Arabama - şuan bana çok sinirli olan binbaşı abimden çaldığım ve aslında bana ait olmayan- binip eve sürdüm. Yorgundum. Aynı gün hem hastaneden kaçmış hem de operasyona çıkmıştım.
Kapıyı çaldım içeride ateş püsküren minnoş Aslan kapıyı açtı. Ona hâlâ ısınamamıştım. Uslu uslu salona geçtim. Annem yine ağlamıştı. Bu kadını bu kadar üzmeye hakkım yoktu... Bütün aile buradaydı. Demir abim geldiğimi görünce ayağa kalktı. "Nereye gittin?!" Gözlerim merakla bizi izleyen Ege'ye döndü. "Egeciğim odana çıkar mısın?"
"Ama hala-"
"Lütfen?" Annesi onu alıp yukarıya çıkarken bir koltuğa oturdum. Batu abim onlara göre daha sakindi. "Cevap ver! Neden kaçtın? Nasıl kaçtın?" sakinleşmek için nefes aldım. "Karargâha gittim."
"Neden!" Gözlerimi devirdim. "Ben bir askerim? Nereye gitseydim?" Aslan söze girdi. "Ama yaralıydın, hastanede kalman gerekiyordu. " dişlerinin arasından tıslarcasına konuşmuştu.
"Kalmadım ama kaçtım gittim. Çünkü gerek yoktu."
"VARDI" Demir hâlâ çok sinirliyken Batu abim bize karışmıyordu. "Yoktu tamam mı? İyiydim Albay göreve çıkmamda bir sakınca görmedi. Şimdi susun." Demir'in sinirden kasıldığını fark ettim. "Sen bu halimle bir de göreve mi gittin!?" Sesini yükselterek konuşmuştu. Eh yeter artık.
"GİTTİM EVET! TİMİM ESİRDİ BEN ORADA YATARKEN ONLAR İŞKENCE ÇEKMİŞTİ" soluklandım." Şehit haberlerini mı bekleseydim? Çocuğu olan vardı, sevgilisi olan vardı, anaları babaları bekliyordu ! Ne deseydim! Ben vurulmuştum dinlenmem gerekiyordu kusura bakmayın mı!" Susmuşlardı.
Koşar adımlarla odam girdim. Kapyı kilitleyip yatağıma girdim. Uyuyacaktım eğer uyumasam kalplerini kırardım. Ve bunu hiç istemiyordum...
Evveettt aşkolarım yeni bir bölümde sizlerleyim.
Umay?
Demir?
Aslan?
Tim?
Karakterlere sorular sorabilirsiniz. Oy verin! 💓
Sınır: 3 oy 5 yorum
Aşağıda Umay temsili:
Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.