4.2

10K 585 83
                                    


Ne kadar süre geçti bilmiyordum ama yanımda ki adam, göğsüme yaslı bir şekilde otururken zaman umrumda değildi.

Çünkü bu adam benim için güven demekti.

Odunsu kokusunu içime çekerek ona biraz daha sarıldım. Kolları buna karşılık belimi daha sıkı kavradı.

"Çok mu geç kaldım?" Acı çeker gibi çıkan sesiyle suçum olmamasına rağmen mahcupça gülümsedim.

"Çok geç kaldık,"

Beni sessiz bir mırıltıyla onaylayıp boynuma sokuldu.

Şu an saat kaçtı ya da benim için endişelenmişler miydi falan hiç umrumda değildi.

Çünkü ben yine Umay'dım. Gündüzleri Yüzbaşı Umay Öztürk oluyor, kan kusturuyordum ama geceleri yine Umay oluyordum.

Kustuğum kadar kusturuyordum.

"Neden?" diye sordum sadece.

Kesinlikle cavaplanacak bir soru sorabilecek fırsatım olsaydı neden diye sorardım hayata.

"Yediremedim."

Anlatmıştı bana.

O yaptığı tek kelimelik sikik açıklama değil, sesinde ki acizlik, pişmanlık anlatmıştı.

Birbirimize sarılı bir şekilde gün batımını izlerken telefonum tekrardan çalmaya başladı.

Aslında telefonum hiç susmamıştı ama Albay arar diye de kapatamamıştım.

'Anne'm'

Onu kaydederken bilerek kesme işareti koymuştum. Çünkü 'anne' kelimesi ile sahiplik ekinin ayrılabileceğini unutmak istememiştim.

Onlar vazgeçilmez değildi elbette, çünkü bu yaşıma kadar yalnızdım. Ve bundan sonra da yalnız kalabilirdim.

Alev olmak zor değildi benim için, terk edilmekten falanda korkmuyorum artık.

Ailemin varlığı beni mutlu ediyordu, onlara bir şey olsa yakar yıkardım ama istekti yani.

Aile benim için bir ihtiyaç değil istekti.

Yanımda olmalarını istiyordum evet, şu saatten sonra olmasalar da üzülürdüm evet, ama bu kadardı işte.

"Açmayacak mısın?"

Beni biraz merak etsinler istiyordum. Belki bencilce belki zalimce ama kaybetme korkusuyla yüzleşip onlardan vazgeçebileceğimin farkına varmalarını, beni üzecek ve kıracak şeyler yapmaktan kaçınmalarını istiyordum sadece.

Bu eğer zalimlikse zalimdim, bencillikse bencilin ta kendisiydim.

"Özür dilerim, küçüğüm."

İşte buydu, duymaya ihtiyacım olan sözler bunlardı.

"Affettim seni, ama sen beni affetme olur mu?"

Affetmeyecektim.

Bu sefer göz yummayacaktım, çünkü Toprak -evet sadece Toprak- buraya ya vicdanı izin vermediği ya da benden başka kimsesi olmadığı için gelmişti.

'Şehit olsan bile affetmem.' Lafının altında ezilmemek için gelmişti ama iş işten çoktan geçmişti.

Çünkü benim o sözlerin altında pestilim çıkmıştı.

"Affetmeyeceğim..." dedim acımasızlıkla, belimi saran kollarının arasından çıktım ve onunla yüz yüze geldim.

"Sen vicdan azabı çektiğin için geldin buraya Toprak, gelecektin özür dileyecektin ben de her zaman ki gibi seni affedecektim. Aslında ben de böyle düşünüyordum ama... Ben ölümden dönmesem sen bana dönmeyecektin... Ve belki de ben o mağara köşesinde ölecektim ve sen..."

ALEVWhere stories live. Discover now