50.Bölüm

102 8 2
                                    

Gözlerim açılmamak için direnirken ona karşı geldim ve gözlerimi açtım, zorla doğruldum. Hepimiz Doruğun yanında uyuyakalmıştık. Yer yokmuş gibi, yada son kez birlikte hissetmek istermiş gibi.
Aynı yatakta ama en çok Doruğa yer vererek, en çok onun rahatına özen göstererek yatmıştık. Hiçbirimiz çekinmemiştik, belki de uzun süre sonra ilk kez bu kadar rahat yatmıştık.

"Günaydın."

"Ne?"

Doruğa döndüm, o anda tekrar hayal kırıklığı yaşadım. Uraz ve Yamaç bana bakıyordu.

"Evet, o gecenin üzerine biraz garip oldu."

"Yok yok, onu kast etmedim. Doruğun sesini duyar gibi oldum da bir an."

Yamaç omzumu sıktı.

"Hepimiz nasıl burada uyuyakaldık?"

"Hiç hatırlamıyorum."

"Bende."

"Umarım rahat uyumuştur."

Diğerleri de uyandı, yataktan kalktık, birtek o kalkmadı. Hepimiz sarhoş gibiydik ama ayakta durmak zorundaydık. Dün geceden kalan kıyafetlerimizi değiştirdik.

"O embesilin oğlu hâlâ buraya gelmedi, sizce de bir gariplik yokmu?"

"Umrumda değil."

"O da bir yerlerden çıkar zaten."

Ozar ve Eran birkaç parça eşyalarımızı aldı ve arabaya götürdü.

"Doruğu... Ne yapacağız?"

"Bu lanet kasabaya gömemeyiz. Bizimle gelecek."

Yamaç hiç zorlanmadan Doruğu kucağına aldı. Ölü bedeni yanımızda taşımak ne kadar mantıklı bilmiyorum ama buraya da gömülemezdi.

Babam ve Uraz Yamaca yardım ediyordu, ben dayanamayıp odadan çıktım ve arabaya doğru ilerlemeye başladım. Yaklaşık beş dakika sonra Yamaç kucağında battaniyeyle sardığı Doruk ile arabaya bindi. Koltukların arkasındaki küçük oda gibi yere Doruğu koydular ve koltuklara oturdular.

Herşeye rağmen Doruğun yüzünü açık bırakmışlardı, kimse Doruğun öldüğüne ikna olamıyordu, hepimiz hâlâ nefes alacağını düşünüyorduk.

"Toparlanmamız lazım artık. Kimse böyle olmasını istemezdi ama önümüzdeki yola bu motivasyonla devam edemeyiz."

"Ne yapalım baba? Sen ne öneriyorsun?"

"Doruğun istediği gibi yolumuza devam etmeliyiz, Doruk ile çok zaman geçirdim ve yokluğuna alışmak benim için bile çok zor olacak. Dayanması çok zor olacak, dayanmamız çok zor olacak ama..."

"Ama dayanmaktan başka çaremiz yok."

"Evet, başka seçeneğimiz yok."

"Kaldı iki dilekçe."

Yamaca gülümsedim.

"Bu sefer geç kaldın."

"Bitmek üzere, herşey bitmek üzere."

"Kadın ölürken kızımı tahttan indiremeyeceksin gibi şeyler söylüyordu. Onun kızı kim baba?"

"Dora."

"Bu... Annemi öldüren kadın. Yani gerçekten tahttaki kişi Dora."

Bütün parçalar bir bir yerine oturuyordu.

"Evet, annesi olan yaratığı beter bir şekilde geberttik ama bitmedi. Hepsine, bütün yaptıklarına pişman olacak."

"Annesinin ölüm haberi çok geçmeden fark edilir, onun da kulağına gider. O zaman bizi tamamen öğrenmiş olacak."

"Sahte kraliçe peşimizde olacak ama biz çoktan burnunun dibinde olacağız."

İçimde her zamankinden fazla kin, öfke ve sinir vardı, yüzümde ise tam tersine her zamankinden fazla sakinlik vardı. Soğukkanlıydım çünkü düşündüğüm her şeyi yapacaktım, tahtımı almama çok az kalmıştı ve tahtımı aldıktan sonra önümde canımı yakanların canını yakmak için hiçbir engel kalmayacaktı.

Araba aniden durduğunda kasabaya geldiğimizi anlamıştım, direkt arabadan atladım ve kasabaya doğru ilerlemeye başladım.

"Mahperi, bizi bekle."

Artık çok sıkılmıştım, korkmaktan, çekinmekten, endişeden... Aklıma ne geliyorsa onu yapacaktım artık, düşünmek çok yoruyordu, yıpratıyordu. Arkamı döndüm, arkadaşlarım her zamanki gibi dimdik yanıma geliyorlardı ve bu sefer hiçbirinin tırnağına bile zarar gelmeyecekti. Buna izin vermeyecektim, bir daha sevdiğim birisi benim yüzümden zarar görmeyecekti. Artık gerçek kraliçe'nin yüzünü herkes görecekti.

Yanımda durdular.

"Ne bu heyecan?"

"Heyecan mı? Tam tersi, sakinim bugün. Yapacağımdan eminim çünkü."

"Biz yapacağından hep emindik zaten."

"Teşekkür ederim."

Arkamızı döndük ve kasabaya girdik, kasabanın garip kasvetli havası, gündüz olmasına rağmen karanlık gökyüzü olması dikkat çekiyordu. Bütün kasaba ruhsuz, boş bakışlar atıyordu. Hepsi zombi gibiydi.

"Bakışları garip, kasaba çok garip."

Önümüzden geçen yaşlı tüccarlardan birisi bir süre bizi inceledi, sonra da kendinden emin bir şekilde yanımıza yaklaştı.

"Prens hazretleri, buraya teşvik edişinizi neye borçluyuz?"

Direkt olarak Ozar'a bakıyordu.

"Yöneticinizi görmem gerekiyor."

"Doğru mu? Gerçekten kraliçe'nin yalancı olduğunu mu düşünüyorsunuz?"

"Yöneticinizi görmem gerekiyor."

"Peki sizce kraliçe sahte mi?"

Hepimiz çok şaşkındık, kızıl vadinin prensi aslında burnumuzun dibindeymiş.
Uraz şaşkınlığını belli etmeden tüccarla Ozar'ın arasına geçti.

"Hiçbirinize dedikodu vermeyecek, vermeyeceğiz. Yöneticinle görüşmek istiyoruz, yardımcı olamayacaksan oyalama bizi."

"Sende Prens'in muhafızı falan mısın?"

"Ayyaş mısın? Anlamıyor musun?"

"Boşverin şunu. Bize yardım edeceği yok belli ki."

Babamın sözüyle döndük ve kasabanın içine doğru ilerlemeye başladık.

"Prens olduğunu neden bizden sakladın?"

"Bilmenize gerek yoktu."

"Yanımızda kraliçe var sanıyorduk, hem Kraliçe hemde Prens varmış."

"Kraliyet ailesi gibi dolaşıyoruz."

"Evet, biraz öyle oldu."

"Peki kraliçe'nin yalancı olduğunu nereden anladın?"

"Bence Saray'da çalışan herkes bunun farkında ama söylemeye cesaret edemiyor. Hareketlerinden bile belli, gizli anayasa kitabında gelecekte gösterilen kraliçe'nin kızıl gözlerinden ve gücünden özellikle bahsediliyor. Sinirlenince, öfkelenince ellerinin yanma hissinden ve karşı konulamaz gücünden."

"Ama hiçbiri onun gerçek kraliçe olmadığını anlayamıyor mu yani?"

"Hiçbiri anayasa kitabını bilmiyor, hiçbiri araştırmadı. Hepsinin kolayına geldi kabullenmek."

"Bu çok saçma, gözlerinin önündeki gerçeği görmezden gelemezler."

"Belki de gelmek zorunda bırakıldılar, bilemezsin."

Sohbet ederken çarşıya gelmiştik, satıcılar hep bir ağızdan bağırarak müşteri toplamaya çalışıyordu, hareketleri ve sesleri bile garipti. Gözleri boş bakıyordu, bunun için programlanmış robotlar gibi.

Vampirler GerçektirWhere stories live. Discover now