3. BÖLÜM

6.1K 383 221
                                    

"Size ne oldu?" Ilgın'ın sorusuyla birlikte tam karşımda oturan Altemur ağabeye baktım. Kollarını göğsünün hemen üzerinde bağlamış, başını başka bir tarafa -benim olmadığım bir tarafa- çevirmiş ve bana tavır almıştı. Siyaha çalan -siyahı çalan- gözleri ara ara tenime uğruyor, mavilerimle buluşunca okyanusun dibine çakılmaktan korkan katran karası bir çakıl taşı gibi kaçmaya çalışıyordu, kaçıyordu mavilerimden. 

Maviliğimde boğulmaktan korkuyordu ama ikimiz de biliyorduk ki, mavilerim ona mezar olana kadar durmayacaktı. Belki benim kuruntum, belki de kafamda kurduğum safsatalardan biriydi bu düşünce ancak o katran karası çakılları bana her değdiğinde, okyanusun dibine vurmuş kız çocuğu yüzeye çıkmak için çırpınıyordu. O, kız çocuğuna yaşam oluyordu güya, beni öldürdüğünü bilmeden. 

Saatler gece yarısına gelmek üzereydi, ay güneşi çoktan devirmişti. Saatlerce evi yerleştirmekle uğraşmış ve saatlerin sonunda neredeyse her şeyi bitirmiştik.Geriye sadece mutfak alışverişi kalırken ev için de ufak tefek alışveriş yapmam gerekiyordu ve bu konuyu da yarın beni pazara götürecek olan Umay teyze ve kızlarla birlikte halledecektim. Evin küçük bahçesinde oturuyorduk şimdi. Kahve kupalarının üzerinden sıcak dumanlar yükselirken, etraf turuncu ışıklar altında aydınlanıyordu. Mavi gök üzerimizdeydi, göğün altında huzurlu hissediyordum kendimi. Ilgaz, Ilgın, Erin ve Çisil kendi aralarında sohbet edip gülüyorken, Altemur ağabey ve ben kaçamak gözlerle birbirimize bakıyor, hemen sonrasında, gözlerimiz birbirlerini bulduklarında ise hızla kaçırıyorduk birbirlerinden. Çakıl taşı, okyanustan kaçıyordu ona ait olduğunu bildiği hâlde; okyanus kendinden kaçıyordu, ölü bir balık gibi dibe vuracağını bildiği hâlde. 

Bu hâlimiz bana, hazan vakti dalında kopmamak için çırpınan fakat yine de başka diyarlara, başka topraklara savrulan, kurumaya yüz tutmuş ağaç yapraklarını anımsattı. Çırpınıyorduk kopmamak için ancak yolun sonunda savruluyorduk başka topraklara, diyarlara. Çabamız ne içindi, bilmiyorum.

O, koca bir çınardı. Bense dalından ayrılmamak için çırpınan bir yaprak. Bu benzetme bayağı geliyordu şimdi, iki yabancıya fazlaydı bu. Fakat olur ya, tanıdık yabancılık vardır. Yabancıdır sana bedeni belki ama ruhu tanıdıktır. Aşinasındır ruhuna, nasıl ve neden olduğunu bilmeden.

Ben de onun ruhuna aşinayım, nasılını ve nedenini bilmeden.

"Perçem'e sor, o söyler." diyerek bana alttan bir bakışla baktı Altemur ağabey. Mutfakta yaşanan konuşmadan bu yana bana tavırlıydı. Resmen küsmüştü ona çocuk gibisin dediğim için. İğnelemek için söylememiştim aslında, sadece o farklı, çok farklıydı... Dizilerde, filmlerde, kitaplarda okuduğum polisler gibi değildi. O gerçekti. Kendini başkaları için kalıplara sokmuyordu, olmadığı biri gibi davranmıyordu, ağır abi tavırları sergileyeyim derken kimseyi kırıp dökmüyordu. Tabii ki bunları yüzüne söyleyip onu şımartmayacaktım ama kendi düşüncem bu yöndeydi.

Tek kaşımı kaldırdım, sorgular biçimde bakarak, "Ben bir şey yapmadım." dediğimde göğsünün üzerinde bağladığı ellerini serbest bıraktı ve tam anlamıyla gözlerime baktı. Kan ağladığını öne sürdüğü mavilerime baktı. O seni görüyor. Başkaları gözlerinden akan yaşları bile görmezken, o gözlerinin kan ağladığını görüyor. O beni görüyordu. Başkaları gözlerimden akan yaşları bile görmezken, o gözlerimin kan ağladığını görüyordu. 

"Yaptın."

"Yapmadım."

"Yaptın."

"Yapmadım."

En sonunda, "Ne yaptım?" diye çıkıştığımda hepsinin gözleri üzerimize çevrilmişti. "Söyle hadi," dedim ve diğerlerini işaret ettim elimi. "Dinliyoruz."

ACIYA SUSAN ÇIĞLIKLARWhere stories live. Discover now