7.BÖLÜM:Piknik

52 5 2
                                    

Piknik sepetine kavanozda yaptığım sufleleri de koyduktan sonra sepetin kapağını kapatıp, hızla odama geçtim.

Daha ne giyeceğimi karar vermediğim için gardolapımın önüne geçtim. Kapağını açıp uzun uzun inceledim ancak hiç biri içime sinmemişti.

Gözüme bir kaç gün önce koltuğumun üzerine attığım ve hala almadığım çiçekli elbisem takıldı.

Bu elbiseyi her gördüğümde aklıma Aybora'nın dedikleri geliyor ve istemeden dudaklarımda bir tebessüm oluşuyordu.

Gardolapın kapağını kapattıktan sonra elbiseyi alıp, hemen üzerime geçirdim.

Öyle pek kısa değildi. Diz kapağımın iki üç parmak üstünde diyebilirim. Benim için en sevdiğim özelliği üzerindeki gelincik çiçekleriydi.

Ha birde babamın almasıydı. Ben küçükken 'kızım gelecekte bu elbiseyi giyecek' diyerek almıştı...

Saçımı açık bırakıp, ufak bir makyaj yaptım.

Saat on iki buçuğa yaklaştığından dolayı piknik sepetini ve hırkamı alıp evden çıktım.

Binanın kapısından çıkar çıkmaz, bahçe duvarına yaslanmış beni bekleyen Aybora ile karşılaştım.

Siyah kumaş pantolon, beyaz gömlek ve onun üzerine giydiği gri yeleğiyle oldukça hoş duruyordu.

Beni görünce yaslandığı yerden ayrılıp birkaç adımda yanıma geldi. Elimden sepeti alıp gözlerime baktı bir süre.

Yanımdayken yüzünden eksik etmediği gülümsemesi ile "Hadi gidelim." dedi. Ardından kolunu uzatarak girmemi bekledi.

Koluna girdiğimde sessizce yürümeye başladık. Ancak bu sessizlik rahatsız edici türden değildi aksine rahatlatıyordu insanı.

Bir kaç dakika sonra parka, benim ağacımın yanına gelmiştik.

Ben ağaca yaslanırken Aybora karşıma gelecek şekilde oturdu.

Boynundan siyah, postacı çantasını çıkarıp, içini açtı. İki sandviçi çıkardıktan sonra "Gerçekten güzel yapabildiğim tek şey. Ama sıradan bir sandviç değil, benim özel tarifim." dedi ciddiyetle.

Bana uzattığı sandviçi alıp "Göreceğiz artık güzel mi değil mi?" dedim alaylı bir ses tonuyla.

Hevesle bana bakan gözler eşliğinde sandviçten bir ısırık aldım. Hakikaten güzel olduğundan şaşırmıştım. İçine koyduğu sostan farklı bir baharat tadı geliyordu ancak ne olduğunu kavrayamamıştım. 

"Ne koydun bunun içine?"

"Sevdin mi?"

Bir ısırık daha almadan önce "Bayıldım!" dedim.

Pişmiş kelle gibi sırıtırken çantasından bir saklama kabı çıkarıp, ağzını açtı. Saklama kabını önüme koyup "Bunlarda senin." dedi. İçinde badem, fındık ve ceviz vardı. Ardından ekleme yaptı "Kalbe iyi geliyormuş."

Belki bunu yapmak onun için pek önemli değildi. Fakat benim için anlamı büyüktü. Çünkü beni düşünmüştü... Hastalığımı öğrendikten sonra acıyarak yaklaşmadı ya da uğraşmak istemeyip, uzaklaşmadı. Bunları yapmak yerine şu anda benimle piknik yapıyordu...

"Bize sufle yaptım!" dedikten sonra sepetten kavanozdaki sufleleri çıkardım "Ama tadı nasıl olmuştur bilemem. Çünkü ilk defa yaptım."

"Bence çok güzel gözüküyorlar."

Bir yandan getirdiklerimizi yiyor bir yandan da sohbet ediyorduk.

Hani kitaplarda derler ya hep bu anda kalmak istiyorum. Bende sonsuza kadar bu anda, bu anıda kalabilirim sanırım.

En son ne zaman bu kadar çok güldüğümü bile hatırlamıyordum ben. 

Hayatım ufak tebessümlerden ibaretken, şimdi bu kadar çok gülmek garibime gidiyordu tabii. Mutluluğu garipsiyordum...

Hayatlarımız birer şarkıydı. Ve benim müzisyenim sonunda şarkıya biraz hareket katmıştı. Sonu ne zaman gelecek bilmiyorum fakat şu an şarkımdan gayet memnunum.

"Dizine yatsam rahatsız olur musun?" diye sordu Aybora.

Bir şey demeden, elbisemin eteğini düzelttim ve rahatça uzanması için biraz yana kaydım.

Yanıma gelip kafasını dizime koydu. Ardından biraz önce çantasından çıkardığı şiir kitabını bana uzattı "Biraz okur musun?"

Kafamı olur anlamında salladım.

Özdemir Asaf'dan çiçek senfonisiydi kitap. İçini açtığımda bazı yerlerin altı çizilmiş ve not kağıtlarıyla yazılar yazılmış olduğunu gördüm.

Rasgele sayfalar açıp şiirleri okuyor bir yandan da Aybora'ya bakıyordum ne yapıyor diye. O ise uzun uzun yüzümü izliyordu. Ben ona baktığım sıralarda da gözlerimiz kesişiyordu...

***

Koltuğu uzanmış dizi izliyorken bi' yandan da duygularımı anlamaya çalışıyordum. Fakat ne yaparsam yapayım nafile. Kendi kendime bir şeylerden kaçıyordum. Neyden bu denli korktuğumu da anlayamıyordum. Gerçekten bunalmıştım artık. Aynı zamanda fazla düşünmenin bi' hastalık olduğunu da fark etmiştim.

Ha birde Kahraman'la, Erdem'e anlatmak istiyordum her şeyi. Bunca zaman bana aile olan onlardı nede olsa. Ama nasıl söylemem gerektiği hakkında en ufak fikrim yoktu.

Beni düşüncelerimden ayıran telefonumun sesi oldu.

Kimin aradığına baktığımda anında kaşlarım çatıldı. Neden arıyordu ki şimdi?

Açsa mıydım? Beni arıyorsa kesin kötü bir şey olmuştu.

Telefonum çalıyor, bense 'abim' yazısını izliyordum.

Özlemiştim onu, ancak kırgınlığım daha baskın geliyordu her zaman.

Aramayı reddettikten sonra telefonumu sessize aldım.

Şarkımın tekrardan hüzünle dolmasını istemiyordum. 

Fakat atladığım bir şey vardı; herkesin müzisyeni hayattı ve hayat her daim acımasız olmuştu... 

Bazı YalanlarWhere stories live. Discover now