|1|

4.8K 386 289
                                    

Elimdeki elma sepetleriyle zar zor ilerlemeye çalışıyordum. Derin bir nefes verip sinirle yere bırakmıştım sepetleri.
Herkesten ve herşeyden yorulmuştum
Siktiğimin işleri hiç bir zaman bitmek bilmiyordu. Jin hyung için çalışmak benim için zor olmadı fakat her bakımdan eksik hissediyordum bazen.
Maddi ve manevi, ona daha çok destek olmak için çabalıyordum ve pişmanlıkta duymuyordum.

Jin hyung, üvey abim.
Annem ve babam öldürüldükten sonra beni üvey annemin yanına götürdüler. Jin hyungla tanıştım ve bana çok iyi geldi. Birbirimize tutunarak yaşadık ve ben onunla olduğum sürece hep mutluydum. Üvey annem vefat ettikten hemen sonra Jin hyung tarlada çalışırken kaza geçirmişti, sağ kolu ve sol bacağı ağır hasar görmüştü ve çoğu şifacıya gitmemize rağmen hepsi aynı şeyleri söylüyordu.
Jin hyungun bir daha yürüme gibi bir şansı yokmuş. Sağ kolu zaman geçtikçe iyi olabilirmiş fakat bacağı için aynı şeyleri söylemiyorlardı.

Yaşadığımız ülkeden çoğu kez gitmek istedik çünkü burası zalimdi.
Annemle babamı, ailemi, çocukluğumu elimden alacak kadar zalimlerdi.

Annem ile babam iki eşcinsel çifti savunduğu için kral tarafından katledilmişlerdi. O gün orada, o meydanda olamadığım için kendimi çok suçlamıştım.
Ülkede yıllar boyunca eşcinsellik yasaktı. Görüldüğü ve duyulduğu an harekete geçiliyordu. Her eşcinselin canını o meydanda alıyorlardı.
Çevrem için tedirginim.
Yoongi ve Jimin kuzenlerimdi ve ikisi sevgiliydi. Onları defalarca kez uyarmıştım fakat birbirlerini canlarının ötesinde seviyorlardı.

Ellerime tekrardan sepetleri geçirmiş ve yürümeye başlamıştım. Geç kalırsam Jin hyung endişelenirdi.

"Bu ülkede cinsine ilgi duyan hiç bir insanoğlu kalmayacak!"

Yine aynı şeyler oluyordu anlaşılan.
Bunları görmeye daha fazla tahammül edemiyordum. Kralın sesi meydanın ötesinde olsam bile net bir şekilde duyuluyordu ve midem bulanmaya başlamıştı. Sesi, yüzü, varlığı kötü hissetmeme sebep oluyordu.
Dakikalar sonra çığlık sesi geldiğinde olduğum yerde buz kesilmiştim.
Olamazdı, yanlış duymuş olmalıydım.
Elimdekileri fırlatmış meydana doğru koşmuştum. Gözlerim dolmaya başlamıştı. İnsanlar heryeri çevrelediğinden hiçbir şey göremiyordum. İnsanların arasından zar zor geçmiş ve gördüğüm manzara ile gözyaşlarım yanaklarıma hücum etmeye başlamıştı.

Onlar bunu haketmemişti.

Ortalık kan gölüne dönmüştü ve ben sadece ağlıyordum.
Hep bunu yapmamış mıydım?

Dizlerimin üstüne çöktüm hıçkıra hıçkıra. Yerdeki iki bedene baktım, ve sonra o iki bedenin katili olan adama.
Ayağa kalktım derin bir nefes alıp.
Gözlerimin yandığını hissediyordum.
Tek yaptıkları sevmekti ve bunun ölümle sonuçlanabileceğini bilerek seviyorlardı.
İki asker kollarımdan tutup iki cansız bedenden beni ayırdıklarında hızla sıyrıldım onlardan.
Bağırdım sesimi çıkarabildiğimce.

"Yeter! İnsanların canına kıymayı bırakın artık! İğreniyorum sizden! Nasıl bu kadar zalim olabiliyorsunuz?!"

Kralın bakışlarının bana döndüğünü hissettiğimde bende ona bakmıştım.
İlk defa, korkmadan, ürkmeden.

"Haddini bilmen gerektiğini annen ve baban öğretmedi mi sana çocuk?"

"Annem ile babamı siz öldürdünüz efendim."

Bakışlarında bir şeyler aradım o an.
Küçükte olsa merhamet, vicdan.
Yoktu, size yemin ederim merhametten tek bir kırıntı dahi yoktu. Öfkeyle bakıyordu, nefretle.

"Senide öldürmemi istemiyorsan bir daha karşıma çıkma! Defol şimdi!"

"Ne yaptığınızı görmüyor musunuz?! Yıllardır böyle yaşıyoruz! Halk sizden korkuyor! Halkınız sizden nefret ediyor! Kırın, dökün, öldürün! Hiçbiri umrumda değil! Siz zalimsiniz! Katilsiniz! Merhamet sahibi olmayan bir yöneticisiniz ve böyle biri ülkeyi yönetebileceğini düşenemez! Düşünmemeli!"

Askerler bana doğru hızla adımladığında kral eliyle durmalarını belirtmişti.

"Dokunmayın! Ben halledeceğim."

Kralın cümlesiyle bacaklarımın titrediğini hissetmiştim. Öldürecek miydi beni?

Kral bana yaklaşıp kolumdan tuttuğu an kolumu ondan kurtarmaya çalışmıştım. Beni atına doğru sürüklediğinde binmemi emretmişti. Ağlamamak için kendimle büyük bir savaş verirken lafını ikiletmeyip atına binmiştim.
O da aynı şekilde bindiğinde öfkeyle verdiği nefeslerini duyabiliyordum.
Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. At hızlanmaya başlamıştı, bir ara düşecek gibi olduğumda kralın omzunu tutmak istemiştim fakat bunun düşüncesi bile midemi bulandırırken yapamazdım.

Bir evin önüne geldiğimizde bana dönmüş ve omzumdan iterek sarsmıştı beni. Bunu iki üç kere ard arda yapmış ve attan düşmemi sağlamıştı.
Yer çamurdu bu yüzden bedenim fazla hasar görmemişti fakat omzumun üstüne düştüğüm için ağır derecede ağrıyordu omzum. Aynı şekilde kolumdan tutulduğunda bu sefer evin içine sürüklüyordu beni. Kendimi tutamayıp hıçkırdığımda güldüğünü duymuştum.
Kapıyı hızla açmış ve içeriye girdiğimiz gibi yere fırlatmıştı bedenimi.
Kesik kesik alınan nefeslerim beni daha çok zorlarken hıçkırıklarımı içimde tutmaya çalışıyordum ama sadece çalışıyordum işte. Kapıyı hışımla kapattığında irkilmiştim.
Hızla çarprazımdaki dolabı açtığında pek bir şey göremiyordum. Ev karanlıktı.
Evin penceresi yoktu, dışarıdan gelen yağmur sesi beni daha çok geriyordu.

"Çıkar kıyafetlerini."

Söylediği cümleyle afallamış ve sessiz kalmıştım.

"Beni duymuyor musun!?"

Bedenimin sesiyle titrediğini hissetmiştim ve ürkek hareketlerle beyaz gömleğimin düğmelerini açmış, üstümden sıyırmıştım.
Çıplak omzumun üstüne örtülen elle ağzımı elimle kapatmış ve sessizce ağlamıştım bir süre.
Bana dokunacak mıydı?

Çevremde duyduğum ayak sesleri ile daha çok ağlıyor, daha çok korkuyordum.

Havada ki hızıyla çıkan o sesi ve sırtımda hissettiğim yoğun ve acı ile sesim çıktığı kadar çığlık atmış yere daha çok sokulmuştum.
Elinde kırbaç vardı.
Bir darbe daha vurduğunda avuçlarımla başımı tutmuştum.

"Yapmayın! Yalvarıyorum! Canımı yakmayın!"

"Meydanda söylediklerini şimdide söyle! Hadi!"

Dakikalarca savurdu kırbacı, her saniye duygularımdan ve bedenimden bir parça eksiliyormuş gibiydi. Annem ve babamın da canı böyle yanmışmıydı?
Ağlıyordum, acıdan değildi.
Acıyordu, sebebi kırbaç değildi.
Kaybetmiştim herkesi, duygularımı, geçmişimi. O durmuştu fakat acısı sürüyordu. O, arkasını dönüp gitmişti fakat ardında mahvedilen bir hayat bırakmıştı. Hıçkırıklarım arasında söyledim sözlerimi.

"Bir gün, öyle bir acı yaşa ki; aylar ve yıllar boyu yara kalsın ruhunda, kaybet sevdiğini kaybettiğim gibi. Mahvolsun hayatın mahvettiğin gibi.."

You Are My KingWhere stories live. Discover now