iki

132 4 0
                                    

Kapı aniden açıldığında küçük bir çığlık ağzımdan kaçtı ve elbisemin eteğini hemen kapattım. Beyaz çıplak küçük melek heykellerin arasında, kapının birkaç adım ilerisinde beyaz ve sakinliğin hakim olduğu odada öyle bir tezat, öyle bir karanlık duruyordu ki. Onu görmek bile insanı rahatsız etmeye yeterdi. Simsiyah saçları, simsiyah gözleri ve tek bir rengin bile olmadığı üst düzey asker kıyafetinin içerisinde bedenimi yakan bakışlarıyla karşımda duruyordu. Daha önce görmediğim bu genç adam, birazdan kemerinin sağ kısmındaki kılıfında duran ve keskin olduğunu gayet anladığım kılıcını boynuma sallayacak gibi duruyordu.

"Prens Damien."

Başhizmetçi elindeki pamuğu bırakıp anında saygıyla uzun bir eğiliş yaptığında kaşlarımı çattım. İki saniyelik bir farkındalığın ardından, beynime çekiş düşmüşcesine ayağa kalktım ve dizlerim yara içinde olmasına rağmen yüzümü buruşturarak eğildim. Bildiğim tek bir Prens Damien vardı. O da Kıtalar Kralı Galyalı Erig'in oğlu Prens Damien'di. Küçük kasabama kadar ulaşan bir namı vardı prensin. Babasının gücünü ve annesi Rus Çariçesi Iva'nın acımasızlığını aldığıydı. Biz, Galyalıların yanında deve ve karınca gibiydik, en büyün yüz ölçümüne, askeri güce kısacası her şeye sahip olan, dünyanın yönetimi onlarda dediğimiz bir hükümdarlıktı. Fakat, Galyalılar buraya kölelerini bile göndermezken Prens Damien'in burada ne işi vardı?

"Çık."

Başhizmetçi lafını ikiletmeden ve olmaması gereken bir şey olmuş gibi hareketlerindeki korkuyla odadan ayrılırken topuk sesi, sessizliğimizi bozan tek şey olmuştu. Başımı kaldıramıyordum, selamımı verdiğim için dizlerimi düzeltmiştim fakat hala acıyordu. Ne olup bittiğinden bir haber saraya kapatılmış altın kafesteki yabani bir kuş gibi olayların etrafımda hızla dönmesini izliyordum. Bana doğru ağır adımlar atarken odaya girdiği anda burnuma dolan misk ve keskin kokusunun etrafımı sardığını hissettim. Birkaç saniye sonra sadece kokusu değil kendisi de etrafımı sarmıştı.

Büyük ve kılıç tutmaktan nasır tutmuş eli yumuşak tenime değdiğinde irkildim ve bakışlarımı gözlerine çıkarmaya cesaret edebildim. Ondan korkmuyorum, demek yalan olurdu çünkü küçük kasabamda çocukluğumdan itibaren Galyalıların nasıl acımasız ve barbar olduklarının hikayelerini dinlemiştim. Ayrıca bir prensin, sürgün ve kabul görmeyen bir prensesle ne işi olabilirdi? Bana dokunmamalıydı. Bir şey yapsa kimse beni kurtaramaz, kurtarmaz diye düşünürken gözlerimin dolduğunu hissettim. Bakışlarımı gözlerine çıkardığımı unuttuğum için gözlerimiz birbiribe kilitliyken gözyaşlarım yavaşça akmaya, elinin altındaki tenim yanmaya başlamıştı. Simsiyah göz bebeklerini saran uzun kirpikleri, kalın kaşları, büyük fakat biçimli burnu ve kalın dudakları vardı. Hakkındaki acımasız dedikodular olmasa, şehirde bir tüccar oğlu olsa çok fazla kızın onunla olmak isteyeceğini düşündüm, hoş hala olmalıydı. Korku ve güvensizlik aklıma direkt Oliver'ı getirdi, burada olsaydı beni korumaya çalışırdı diye düşündüm. Fakat kendimi tek başıma yetiştirmişken, kedi yavrusu gibi birilerinin beni arkasına almasına ihtiyacım yoktu.

"Lütfen bana bir şey yapma."

Düşüncelerime zıt bir şekilde ağzımdan dökülen kelimelerle hissetiğim acizlik, onun keyifle kıvrılan ve alay eden bakışlarıyla utanca dönüşmüştü. Artık midem de yanıyordu, vücudum alarm çalıyordu resmen. Bana dokunacağını düşündüğüm için alay eder bakışlarla süzdü beni, dalga geçti resmen. Gururum her anlamıyla kırılırken sadece kendimi korumaya çalışıyordum. Kolumun üzerindeki elini çektiğinde benden uzun ve yapılı olduğu için kaldırdığım başımı çerçeve gibi çevreleyen dik çenemi sert parmak uçlarıyla tuttu ve sertçe yana çevirdi.

"Komik olma."

Çenemin acımasıyla dişlerimi sıkarken onu öldürmek istedim. Nasıl olsa bu saraya getirildiysem işin ucunda ölüm olmalıydı. Belki de binlerce insanın kanı elinde olan bu zalim prensi babasına dönüşmeden önce öldürmek hem bana hem ona hem insalığa ödül olurdu. Gözümü ilk açtığımda pelerinimin cebinde çakımı aramıştım ama bulamamıştım, büyük ihtimalle almışlardı. Hala prensin benimle neden yüzyüze olduğunu sorgularken kapıya doğru yürümeye başladı. Attığı her adımda ağır postalları yeri döver gibi ses çıkarırken simsiyah kısa saç tutamları ensesinde bitiyordu ve rüzgarıyla dalgalanmıyordu bile. Korkunç ve iri bir silüet gibi, önüne gelen her şeyi parçalayacakmış gibi duruyordu. Kapıdan çıkmadan önce beni soru işaretleriyle bırakacak kelimeler ağzından döküldü.

darcyOù les histoires vivent. Découvrez maintenant