yedi

107 4 3
                                    

Gece ne olursa olsun güneş bir şekilde gökyüzünü delerek saçlarını dünyaya uzatıyor ve göz kapaklarını delerek insanın içine işliyordu. Bu yüzden gözlerimi ne kadar sıkı kapatsam da büyük pencereleri saran perdelerin arasından bir şekilde ulaşmıştı bana. Düğünden bu yana bir hafta geçmişti. Geçen hafta yatağımda ölü yatan masum tavşanı ertesi gün kraliyetin bahçesine kendi ellerimle gömmüştüm, Anais da bu olaya çok üzülmüş gömerken yanıbaşımda beni puslu gözlerle izlemişti. Kral ve Kraliçe düğüne kadar erteledikleri işleri ve seyahatleri gerçekleştirmek için saraydan ayrılmışlardı ve Damien...

Damien ortalıkta yoktu. Düğün akşamı beni masada bırakıp ortalıktan kaybolduğu andan bu yana onu ne görmüş ne duymuştum. Anais, yaklaşan seferler için ordusuyla beraber yakın bir krallığa sefer hazırlığına gittiğini öğrenmişti. Yani tahmin ettiğim gibi Damien'in tek derdi, ülkesi ve benim hiç umurumda olmayan savaşlarıydı. Asıl benim umurumda olan noktaya gelirsek, annemin adının yazılı olduğu küçük kırmızı melek heykelini kimin getirdiğini öğrenmek için tüm sarayın sorguya çekilmesini istemiştim. Anais kutuyu bırakan kişi olduğu için onu fazlasıyla soru yağmuruna tutsam da bana düğün hediyeleri arasında bir askerin kutuyu getirdiğini ve aciliyeti olduğu için odama çıkarılmasının emredildiğini söylemişti. Anais yine de temkinli davranmak için kutuyu açtığını fakat sadece heykel olduğu için zararlı bulmayıp odama getirdiğini, askeri bir daha görmediğini söylemişti. Tüm sarayda, surlarda ve hatta ülkede askeri bir hafta boyunca aratsam da bulunamamış hatta ve hatta sahte üniforma giydiği anlaşılmıştı. Bunun üzerine sarayda güvenlik önlemleri daha da sıkılaştırılmıştı. Benim asıl şaşırdığım düğün sonrası benimle işleri bittiği için sözleşmeyi umursamadan beni ya öldürtmeleri ya da Belga'ya veya başka yere sürmeleriyken kimsenin umurunda olmamamdı. Kral ve kraliçe, Damien, herkes...Sanki varlığımı unutmuş ve gündelik hayatlarına dönmüş gibilerdi. Olanlara bir türlü anlam veremezken madem beni kendi halime bırakacaklarsa beni niye bu kadar kokuttuklarını anlamıyordum. Annemin heykelinin düğün gecesi odaya bırakılması, korkularımı bırakmamamı sağlayan tek şeydi. Belga Kraliçesinin böyle bir oyuna girişeceğini sanmıyordum. Hem bunu Galya'ya gönderebilecek kadar güçlü hem de annemi bir melek heykeliyle hatırlatacak kadar iyimser değildi.

O zaman kim, neden göndermişti bunu? Annemin adını bilen kişiler Belga Kralı, kraliçesi ve zindana atılan o yaşlı ölümü bekleyen rahibeden başkası değildi. Rahibenin şimdiye ölüp gittiğini varsayarsak annemi bilen ve bunu odama gönderebilecek kadar güçlü kimse yoktu.Bir haftadır düşünmekten kafam çatlayacak duruma geldiği için bugün her şeyden uzaklaşma isteğiyle dolup taşıyordum. Anais, çoktan odama iki hizmetliyle beraber giriş yapmış, küveti hazırlamış, kahvaltımı masama dizdirtmeye başlamıştı.Bu pahalı görkemli ipek elbiseler, makyaj malzemeleri, devasa oda hiçbiri benimmiş gibi gelmiyordu. Ama istemesem de bedenim ve zihnim artık birkaç ayda bu saraya alışmıştı.

Sıcak, çiçek ve koku aromalarıyla dolu bir yıkanmadan sonra taze bal, yumuşacık kaymak ve mis kokulu ekmeklerle, sıcacık sütle kahvaltımı yapmış ve sıra bugün giyeceğim elbiseyi seçmeye gelmişti. Pembenin yumuşak tonlarına sarılı, göğsünden eteğine dantel işlemeleri olan altı kabarık elbiseyi iki hizmetli giydirmiş, koyu kahve buklelerim tepemde büyük ve lüleleri alnıma düşen bir topuz yapılmıştı. Aynadan yansımama baktığımda gülen yüzümü görmek aylar sonra o kadar garip gelmişti ki. Anais şakalar yaparak ağzına kahvaltı masasından küçük bir portakal dilimi atmış ve hizmetliler odadan çıkınca pencerenin kenarına yaslanıp heyecanlı heyecanlı konuşmaya başlamıştı.

"Bugün tam bir bahar havası var. Galya'da çok nadir görülür...Taliçya Dükü ve düşesi ziyarete gelecekler ardından gelenek dersin var akşama kadar. Sonrasında Prenses Madeline büyük kütüphanede okumalarına eşlik edecek-"

darcyWhere stories live. Discover now