altı

114 4 1
                                    

Koş, küçük beyaz tavşan koş.

Kurdun kanlı ve azılı dişlerinin arasından, ormanın gece zifiri karanlığından, ıslak ve her eti içine çeken canavar topraklardan kaçmak için koş.

Koş, küçük beyaz tavşan koş.

Tanrının küçüğe göstermediği merhameti unutarak, kurdun bir lokma için tüm ormanı yakacak hırsından kaçarak koş.

Damien'in koyu kahve, kaşlarının altında kısılmış sert bakışlarının küçük deliklere dolmuş gözlerine bakarken düşündüm. İkimiz de inanmayarak da olsa en büyük günahı paylaşarak tanrıya yalan söylemiştik. Birbirimizi sevmeyecek ve korumayacaktık. Başka dünyalarda bile Damien'inki gibi kötü bir ruhun benim çekingen ve naif ruhuma eş olması imkansızdı. Biz uyumlu, iki insan olarak bile anlaşabilecek karakterler değildik ve tanrı bizi beraber yazdıysa ardında mutlaka bir gerçek olmalıydı. Benim eninde sonunda öğrenmem gereken bir gerçek. Onun açısından hiç bakmadığımı fark ettim. O da istemediği ve sevmediği biriyle evlenmiş, ona çok güvenenen halkına karşı itibarını zedelemişti. Ne olursa olsun Galya halkının Damien'e sırt dönmeyeceklerini daha doğrusu dönemeyeceklerini biliyordum çünkü Damien, çocukluğundan bu yana kral olabileceğini kanıtlayan efsaneleriyle yedi kıtayı kasıp kavurmuş ve tüm dünyanın gözünde bir kahraman olarak anılmaya başlamıştı bile. Kendisinden iki büyük ağabeyi olmasına rağmen, genç yaşında babasının katıldığı kadar savaşa katılmış ve hiç mağlup olmamıştı. Uzak ülkelerde kölelere ve diğer kraliyetlerin askerlerine hatta varis prens/prenseslerine yaptığı katliamlar Belga'da ben erişkinliğe girerken bile kilisede döner dururdu. O zamanları düşündüm, henüz on beş on altı yaşlarımdayken yaşıtım rahibelerin yatak sohbetlerini dinlemek zorunda kalırdım. O zamanlar yirmisine yeni girmiş Prens Damien'in uzakdoğudaki kraliyetlerin varislerini kurtlarına yedirdiği, atının üzerinde savaşta en başta yer aldığı efsaneler Belganın küçük köyü Viré'nin yetimhane kilisesine kadar ulaşmıştı. Ben bu hikayeleri duyduğumda kulaklarımı kapatır ve hayal etmemeye çalışırdım çünkü aklıma bir kez girdiler mi rüyalarıma da girerdi. Geleceği gösteren rüyalarım, o zamandan korku tohumlarını ekmişti soluk bedenime.

Uzun süre Damien'in gözlerine takılı kaldığımı, onun başını çevirerek kana bulanmış elini altın tozlu pelerinine sürmesiyle anlamıştım. Onu hiç çıplak görmemiştim, hep askeri kamuflajı ve tüm vücudunu saran hançerler, bıçaklar ve kılıcıyla demirden bir vücut gibi görmüştüm. Fakat rus çariçe annesinden aldığı ölü beyaz teninin açıkta kaldığı elindeki bıçak yaraları gözle görülüyordu, üstüne benim keskin mücevherlerle küçük çizikler attığım elindeki kan, pelerinine bulaşmıştı fakat siyah bunu çok güzel bir şekilde kapatmıştı. Aynı şeyi gelinlik için söyleyemeyecektim. Bembeyaz, pırlanta işlemeli tül elbisenin etek kısmı küçük küçük kırmızıya boyanmıştı. Aynı şekilde tuttuğum elimi saran eldivenim de. Damien'in bu görüntüye attığı bakışta ne düşündüğü tahmin etmek imkansızdı. Belki de bu evliliğin, döktüğü kanından daha fazla kan dökeceğini öngörüyordu.

+

"Kral Erig, Çariçe Iva'ya evlenmeden önce o dönem Galya Ormanında gezdiği düşünülen, efsanevi büyüklükte, pençeleri koca surları yıkacak kadar keskin olan rus ayısını avlamıştı. Geleneğe göre, avlanan hayvan ne kadar vahşi ve büyük olursa, evlilik o kadar uzun ömürlü ve bereketli olur."

Adını bilmediğim, simsiyah uzun saçlarını tepede demir tokayla topuz yapan yaşlı devlet adamının sözlerini dinlerken, altın kadehin içindeki koyu kırmızı şaraptan bir yudum aldım ve yavaşça yutkundum. Damien'in evlilikten sonra beni öldürme planlarının çoktan devreye girdiğini düşündüğümden içtiğim şaraba bile şüpheyle yaklaşıyordum. Kral Erig neşeyle ve korkutucu gürlükteki sesiyle kahkaha atarak, devlet adamında olandan daha büyük ve pırlantalı demir tokasının tuttuğu sakalları okşadı. Kraliçe Iva'ysa eski günlerini hatırlamanın mutluluğuyla kralın yüzüklerden görünmeyen elini tutmuş ve oğluna bahşettiği donuk suratını onaylar anlamda gülümsemeye zorlamıştı. Kral Erig kadehinden bir yudum alarak seçkin kraliyet ailelerine döndü ve ayağa kalktığında saniyesinde tüm üyeler de ayağa kalkmıştı. Bazen hakimiyetleri, güçleri beni dehşete düşürüyor ve korkutuyordu fakat onların yanında durdukça sahip oldukları gücün benim de etrafımı sardığını hissediyordum. Sanki her an güç zehirlenmesi yaşayacakmış gibi hissediyordum. Kraliçe Iva'ya baktıkça içimde dışarı çıkmaya çalışan bir nefret bir hırs yükseliyordu. Onu, beni annemden ayıran Belga Kraliçesi ile bir tutuyordum çünkü gözümde soylu kibirleri, kötülük akan zihinleri aynıydı. Ayrıca Kraliçe Iva'nın geldiğim ilk andan itibaren beni düşman yerine koymasını anlayamamıştım, madem alt tabaka sürgün prensessem neden benden bu kadar korkmuştu? Neden yapabileceklerim onun gözünü karatmış ve geldiğim ilk günden savaş bıçaklarını önüme sermişti?

darcyWhere stories live. Discover now