üç

124 4 2
                                    

Kızlar annelerinin kaderini yaşarmış lafına hiçbir zaman inanmak istemedim. Annemin çektiği acıları çekmek istemeyi bırak, çocuğumdan böylesine ayrı kalmayı bile hazmedemezdim. Kızıl saçlı Ange, ismi ne güzelmiş. Onun gibi bir 'melek'ten bir karanlığın doğması (darcy: karanlık) akıl alır şey değilmiş. Bedenimi güzel kokan ve ılık bir suyun içerisinde hayal ediyordum. Küçük kasabamda, farelerin bizden sayıca üstün olduğu kilise okulumdaki o soğuk ve kesik akan suyun altında da böyle hayaller kurardım. Gül yapraklarının, aromaların olduğu koca bir küvet ve sakince uzanan ben. Ne huzurlu bir tablo olurdu can sıkıcı yaşamıma.

Büyük ellerin vücudumu sandığını hissettiğimde gözlerim aniden açıldı ve derin bir nefes alarak öksürmeye başladım. Askerlerin saray koridorunda iki kolumdan sürükleyerek beni bir yere götürdüklerini anlamamla ellerinden kurtulmak için kalan son gücümle çırpınsam da bir işe yaramadı. Birkaç saniye sonra büyük kapılı bir odadan kapı kulu askerlerinin kapıyı açmalarıyla geniş salona geçirilmiş ve onlarca insanın yemek masası etrafında şaraplarla eğlence yaptığı kırmızı büyük halının üzerine 'fırlatılmıştım.'

Yemek masasının başında oturan Kral, gözlerini kısarak beni süzdüğünde sanki annemi görüyormuş gibi saniyelik bir özlem duygusuyla baktığını görsem de kraliçenin kendisine çevrilen bakışlarıyla kaşları çatılmış ve dalgın hali anında kaybolmuştu. Kir ve yara içerisindeydim. Koyu kahve uzun dalgalı saçlarım yüzümün önüne düşmüş, elbisem tozdan ve kirden daha da kararmış ve kollarında, bacaklarında yırtılmalar oluşmuş oradan da çizgiler şeklindeki hırpalanma yaralarım göz önüne serilmişti. Üç gündür aç, susuz, uykusuz bir köleydim. Fakat sorsan sürgün 'prenses'tim. Kralın yan tarafında oturan Belgalıların beyaz renk üniformalarına karşılık simsiyaj kamuflajları ve ceplerinde iki büyük kılıçları olan, barbar tipli bir grup Galyalı, neşeyle kadehlerini kaldırıyor, önlerindeki koca tavuk butlarını büyük bir iştahla yiyorlardı. Kraliçe, atılan tokatın hala etkisi geçmediği bir şekilde bana nefret dolu bakışlarını yönlendirirken tüm eğlencenin ortasına atılmış bir fare gibi duruyordum olduğum yerde. Dizlerimin üzerine vücudumu çekip kesik bir nefes alabildiğimdeyse artık midemin açlıktan bulandığını ve susuzluktan başımın döndüğünü hissediyordum. Öyle ki masanın etrafındaki herkesi çift görüyor, kahkahaları ve eğlencelerini umursayamıyordum bile. Galyalı bir kumandanın önüme kahkaha atarak bir but fırlatmasıyla alay eder gibi güldüm. Kraliçenin intikamı buydu. Beni güya prenses gideceğim ülkeye gitmeden önce böyle aşağılamak, orada kötü muamele gördüğümden emin olmak ve zaten doğuştan olmayan haysiyetimi yok saymaktı.

Önümdeki tavuk butuna öylece bakarken bakışlarımı önüme atan Galyalı Komandoya çevirdim. Sağ gözünde kaşının üstünden dudağına kadar bir yarık vardı ve ve uzattığı saçları ve sakallarını bir demir tokayla toplamıştı. Eğlenen surat ifadesini unutmadım, bugün, bu masanın her bir sandalyesinde oturan kimseyi unutmayacağıma dair söz verdim kendime. Eğer hayatta kalırsam her biri bir gün canı için bana yalvaracaktı.

"Şu intikam dolu gözlere bakın! Şimdiden sizden öylesine korktum ki prensesim..." Komando, kadehinden bir yudum alarak bağırdığında burnumu çektim ve aldırış etmedim.

Çalgıcılar eğlenceli müzikten sakin müziklere doğru geçiş yaptığında herkes kendi arasında yemeğe ve sohbete geri dönmüş, kimse benim varlığımı umursamamıştı. Bu benim işime geliyordu, öylece masanın ortasındaki halıda oturmam, sefil halimin onlar için sanatsal bir tablo olmasını düşünecek durumda değildim. Sadece bitsin istiyordum, nereye götüreceklerse götürsünler, öldüreceklerse öldürsünler ama sadece bitsin. Salonun büyük kapısı büyük bir gıcırtıyla açıldığında çalgıcıların müziği de, masanın sohbeti ve kahkahaları da saniyesinde kesilmiş, az önce neşenin kol gezdiği yemek masası buz tutmuştu. Arkam kapıya çevrili olduğu için başımı çevirmedim bile. Tanrı ayaklanıp kapıdan girmediyse gelen kişi umurumda değildi fakat onlar cidden tanrıyı görmüş gibi bakıyorlardı.

darcyWhere stories live. Discover now