beş

106 4 0
                                    

Kilise çanları iki kere ard arda çalarak yaklaşan bir seramoniyi haykırırken koridordan bütün saraya taşan topuklu sesleri, kahkahalar ve hizmetlilerin telaşlı konuşmaları kuru bir gürültü yaratıyordu. Büyük boy aynasına  birkaç dakikadır bakışlarımı sabitlemiş, karşımdaki yabancıyı süzüyordum.

Günahsızlığın temsili beyaz renk, solgun ölü tenimi göğüslerimden itibaren sarmıştı. Korseden taşan göğüslerimde başlayan pırlantaların işlendiği beyaz tül, belime uzandığında sıkıca sarmış ve kalçamdan dökülerek arkamda metrelerce uzamıştı. Vücut hatlarımı tamamen ortaya çıkartan gelinliğin her bir milime pırlantalar işlenmişti, binlerce, on binlerce pırlanta. Uzun koyu kahve buklelerime örtülen duvak da aynı şekilde pırlantalara boğulmuş, gelinliğin eteği gibi metrelerce arkama salınmıştı. Pudralanmış yüzüm kaskatıydı, dudaklarıma kırmızı boya sürülmüştü. Göğüs hizamda başlayarak parmak uçlarıma kadar uzanan eldivenlerimin parmaklarına mücevherler işlenmişti, yüzük parmağı kısmındaysa Galya'nın amblemi kırmızı yakut taşı devasa bir şekilde duruyordu. Yutkundum ve yakut taşın olduğu eldivenimi karnıma götürdüm. Feci bir karın ağrısı, baş dönmesi her şeyi yaşıyordum. Ruhum kadar vücudum da yorgundu ve birazdan yaşanacak hiçbir şeye hazır değildi.

Oliver'ı düşündüm. Tek arkadaşım ve sevgilim olmasını istediğim tek kişi. Büyük ihtimal ben kaçırıldıktan sonra birkaç gün yasımı tutmuş, arkamdan "zavallı kız" demiş ve hayatına devam etmişti.On dokuz yıllık hayatımda bana eşlik edebilen tek kişiydi ve onu çok özlüyordum. Her zaman onunla evlenmeyi hayal etmiştim, üzerimde yedi kıtanın en görkemli ve pahalı gelinliği olmasındansa eski bir elbisemle, yedi kıtanın en güçlü varis prensiyle evlenmektense benim gibi yetim ve fakir olan Oliver ile evlenmeyi yeğlerdim. Fakat o, sevdiği kişi ile evlenecek ve Belga'nın küçük köyünde yaşamına devam edecek, büyük ihtimalle beni unutacaktı.

Dün Kraliçe Iva, alelade bir şekilde benimle savaşmaktan geri kalmayacağını açıkça göstermişti. Dünyada benim tarafımda kimse yoktu ama olmasına da gerek yoktu. Alışık olduğum yalnızlık bana zarar vermiyor, aksine artık öfkemi diri tutmakta yardımcı oluyordu. Hiçbir bilgimin olmadığı bir olayda sürükleniyordum ve bu gidişle daha bilmediğim bir sürü detayla sürüklenecektim. Eğer şanslıysam düğünden sonra yaşayacaktım. Zira Damien'in bu göstermelik düğünden sonra bana merhamet edeceğini düşünmüyordum.

Artık gücümün yettiği yere kadar ben de karşılık verecektim çünkü susmak, itaat etmek onları daha da güçlendiriyordu bunu anlamıştım. Ayrıca onlar ne kadar istemeseler de Galya Prensesi ünvanı kullanabileceğim bir şey olacaktı. Onların saraya sürgün ve gayrimeşru bir prenses de olsam bana yapılan bütün haksızlıkların hesabını soracaktım. Sanki  doğmak, gayrimeşru olmak ve Belgalı olmak benim seçeneğimmiş gibi bana çektirilen her işkenceden hesap soracaktım. Kapı yavaşça açıldığında, Anais'in her zamanki siyah hizmetli elbisesini giydiğini ve kumral dalgalarını tepesinde bir topuz yaptığını görmüştüm. Yüzündeki buruk gülümseme ile bana yaklaşmış ve elini koluma koyacağı sırada elbisenin bozulmasından korkarak elini geri indirmişti.

"Çok güzel oldun, Darcy."

Aynada yansımama tekrar baktığımda güzel bir kadın göremedim. İri koyu kahve gözlerim, küçük sayılsa da yüzüme uymayan burnum, hep aşağı kıvrık dudaklarım ile insanın bakınca içi açılan bir görüntüye sahip değildim, hiç olmamıştım. Kavisli kaşlarım daha da gerilirken kesik bir nefes verdim ve Anais'e döndüm.

"Ne zaman çıkacağım?"

İltifatına inanmamam ve böyle pahalı, güzel kıyafetlerin içerisinde bile sönük kalmam onu üzmüş olacak ki küçük dudakları aşağı büküldü ve duraksadı. Ardından girişte yanında getirdiğini fark etmediğim siyah kutuyu makyaj masasına bıraktı.

darcyKde žijí příběhy. Začni objevovat