dokuz

112 4 12
                                    

İnsanları birbirlerine sıkıca bağlayan sırlar, keskin ipler gibidir. Çıplak, alçak, bayağı hallerimizi gören birine bir daha eskisi gibi yaklaşamaz ve iki dudağının, bir çift gözünün arasında küçüklüğümüzü hatırlatmaması için kölesi oluruz. Kurtulmak için birinin o ipleri canı yanma pahasına kesmesinden başka kurtuluş yoktur.

Topuklularımın kraliyet bahçesinde bıraktığı tok sesleri kesen, sert ve kalın bir erkek sesiydi. Beyaz elbisemin kabarık eteğini parmaklarımla sıkıca toplayarak arkamı döndüm ve karşımda gördüğüm yüzle suratımda istemsiz bir suçluluk ifadesi belirdi. Dün gece Damien, kulağına fısıldadığım darbe planlarından sonra beni odama göndermiş ve kendisi de sarayı terk etmişti. Yaşanan kargaşanın ortasında Marc'tan özür dilemeyi unutmuştum. Her zamanki gibi nizami bir titizlikle haç sembollü kraliyet üniformasını giymiş, saçlarını yeniden traş ederek sert ifadesine daha da sertlik katmıştı. Yaşananlardan sonra Kraliçe Iva'nın bana yardım ettiği için onu göndereceğini düşünsem de işler öyle ilerlememiş gibi görünüyordu.

"Prenses Darcy."

Bana seslenirken yumuşayan ses tonu kararsız bir şekilde kıvrımlı dudaklarının arasından çıktı ve bana doğru bir adım daha attı. Böylece aramızdaki mesafe azalmış ve benim oldukça gerilmememe sebep olmuştu. Kuru olmasa da boğazımı temizlemek adına hafifçe öksürdüm ve af diler bakışlarımı yüzüme yerleştirdim.

"Marc, amacım dün akşam seni kötü bir konuma düşürmek değildi. İyi niyetini-"

"Ah, hayır majesteleri. Ben sadece iyi misiniz diye sormak için gelmiştim. Dün akşam siz de zor durumda görünüyordunuz...Size kızgın değilim zaten buna da cürret edemem."

Bir saray soylusuymuşum gibi bana karşı takındığı resmiyet ve saygı sinirimi bozuyordu. Fakat onun görevi buydu bu yüzden bana karşı daha yakın olmasını istemek yanlış anlaşılabilirdi. Ayrıca dün akşam salonda Damien'in kucağında otururken bana nasıl baktığını fark etmiştim. Bunu tek fark eden ben olmayı diliyordum hatta yanlış anlamayı. Zira benim gibi yanlış anlayan başka biri olursa işler farklılaşabilirdi ve ben iyi niyetli bir adamın zarar görmesini istemiyordum.

"İyiyim." Yutkundum ve düşünceli halimin onu gerdiğini fark ettim. Hayır, tamamen yanlış anlıyor olmalıydım. İki güzel elbise giydim, pudralar sürdüm ve sahte bir prenses oldum diye etrafımda konuştuğum ilk erkeği aşığım yapacak halim yoktu. Hem ben de o kumaş bulunmuyordu; bir erkeğin yüzüne bakıp hayaller kuracağı, koklamak, dokunmak isteyeceği ve iltifatlar edeceği kadınlık kumaşını hiçbir zaman aciz, solgun vücuduma yakıştıramamıştım, yakıştırmamışlardı. Damien'in boynuma kondurduğu öpücükler zihnimde ölü bir çiçeğin su bulmasıyla heyecanlanması gibi hislenirken kendimi durdurdum, ölü bir çiçek ölü bir çiçekti daha fazlası değil.

"Öyleyse...İyi günler majesteleri." Marc, koyu kahve gözlerimin ardından dökülen onca düşünceleri görüyormuş gibi daha fazla kafamı bulandırmadan gözden kaybolduğunda derin bir nefes çektim ve sarayın devasa kapısından içeri girip koridorları dolaşarak odama doğru ilerledim. Damien ne zaman gelecekti ve söylediklerimin doğruluk payı var mıydı bilmiyordum fakat her bir kelimemin onu rahatsız ettiği ortadaydı. Ayrıca tek rahatsız olan o değildi, kraliçenin dünki küçük oyunumdan sonra beni en ağır şekilde cezalandıracağını biliyor ve bir sonraki hamlesini sabırla bekliyordum. Kendi koridorumun merdivenlerine geldiğimdeyse arkasında bir hizmetli ordusuyla telaşla koşturan Anais'i görmek beni de telaşlandırmıştı. Anais, beni nazikçe tutup odama sokmuş ve hizmetliler dolaptaki elbiseleri çıkararak büyük kutuların kapaklarını açmaya başlamışlardı. Aklıma gelen ilk şey; kovulduğumdu. Sanki bu göstermelik prenseslik bir meslekmiş ve ben de ilk aylarımdan çuvallamışım da patronum tekmeyi basmış gibi hissetmiştim. Ben şaşkın gözlerle hizmetlilerin kutulara bir şeyleri doldurmasını izlerken nefesi toplayan Anais kollarımdan tutup ciddi bir tavırla konuştu.

darcyWhere stories live. Discover now