sekiz

134 4 9
                                    

Ateş de su, toprak, hava gibi insan hamurununun bir parçasıdır. Gözle görülmez belki ama hepsinden daha derin hissedilir çünkü ateşin doğasında derinlik yatar. Dünyanın kabuğunun en içine gömülmüş ateş, doğru fırsatı bulduğunda çatlaklarından taşar, kükrer ve kendisini harlayan her şeyle daha da güçlenir. Damien'in gözlerine baktığımda, koyu irislerindeki kıvılcımların görünmez köprülerle bana ulaştığını ve bütün vücudumdan taştığını hissediyordum. Öyle ki aramızda dün gece ne olduysa, olmamalıydı. Yasak, günah her neyse o şey yanlıştı. Belki tanrı huzurunda ettiğimiz yemin bunu doğru kılardı fakat ikimizin doğası da buna yabancıydı bunu biliyordum. Zevkten uzak fakat insanin utandığı duygularına yakın o öpücük, kaderimize ters giden küçük bir ayrıntı gibiydi, kurdun tavşanı öpmesi gibi.

Damien'in kılıcını avucunun içerisinde kıvrak bir hareketle çevirerek, karşısındaki askerin göğsünü saran demir zırhına geçirmesi ve büyük bir gürültünün çıkmasıyla iki asker daha Damien'in çevresini kuşatmıştı. Odamın penceresinden, kraliyet bahçesindeki dövüş talimini izlerken nefesimi istemsizce tuttuğumu fark ettim. Üç tam korumalı asker, miğfer veya zırh giymemiş, yarı çıplak bir şekilde sadece kılıcıyla ortada duran Damien'in bütün uzuvlarına hançer, dikenli top ve kılıçla saldırıyorlar ve karşılarındakinin bir prens olmasını umursamıyorlardı. Damien'in sadist efsanelerine hiçbir zaman tam anlamıyla inanmasam da şu an penceremden izlediğim adamın kesinlikle hakkında söylenilen her şeyi yaptığına ikna olmuştum çünkü insanüstü bir gücü vardı. İri fakat atletik cüssesini oldukça hızlı kullanıyordu ve kılıcını vurduğu zırh, ortadan ikiye ayrılıyordu. Dün gece Damien, boynumu öptüğü anda küçük çırpınışlarla onu uzaklaştırmak istemiş, başarılı olamamıştım. O da zaten çok uzatmamış ve fırsat verdiği ilk anda odasından kaçışımı izlemişti. Gece odama döndüğümde bir serçenin kalbi kadar hızlı atan kalbimi hiçbir şey sakinleştirememiş, sabaha kadar yatağımda gözümü kırpmamıştım bile. Beni sevgiden veya zevkten öpmemişti, canı öyle istemişti bu aşikardı. Fakat niye? Onun canı birini öpmek isteyebilir miydi, daha doğrusu beni? Bu soruların cevabı yoktu ve Damien ile bunu konuşmak imkansızdı, irdelememeliydim.

Kapım sonuna kadar açıldığında Anais, içeri telaşlı bir şekilde girmiş pencerenin kenarında günah işliyormuşum uzaklaşmıştım. Beni makyaj masasına oturtup, dolabıma adımladığımda kan ter içinde kaldığı için soru bile soramamıştım. Kırmızı, göğsünde dantel işlemeleri olan eteği kabarık elbiseyi kırışmaması için dik bir şekilde yatağa koymuş ve makyaj malzemelerini hazırlamıştı. Sonunda hazırlıkları bittiğinde derin bir nefes alıp bana döndü ve isyan edercesine omuzlarımdan tuttu.

"Tanrım...Benden başka hizmetlileri de kabul etmelisin Darcy. Sabahtan bu yana o kadar yoruldum ki. Kraliçe Iva seni büyük kütüphanede bekliyor ardından Keltlerin ziyareti var."

Kraliçenin beni neden beklediğini soracaktım ki hızlıca geceliğimi çıkartmış ve korsemi giymeme yardım etmişti. Elbiseyi de üzerime geçirdiğimizde boşlukta kalan bel kısmına ellerini koydu ve belimi ölçtü.

"Ah, yine zayıflamışsın.Daha iki gün önce almıştık ölçülerini."

"Farkında değilim." Diyerek düşünceli bir şekilde pencereye bakmaya devam ettim. Artık onu göremiyordum fakat kılıç seslerini ve erkek bağırışlarını duyabiliyordum. "Kraliçe neden beni görmek istiyor?" Başını bilmediğini belli eder anlamda salladığında derin bir nefes aldım. Kraliçenin sivri, dikenlerle dolu diline maruz kalacaktım ve büyük ihtimalle birkaç haftadır sessiz ve uzakta olmasının acısını çıkartacaktı. Kırmızı topuklularımı ayağıma geçirip, Anais ile beraber odamdan çıktım ve merdivenlere doğru ilerledik. Bu sırada büyük merdiven koridorlarının en altında görünen salon boşluğunda askerlerin toplandığını görmüştüm, Marc en baştaydı.

darcyWhere stories live. Discover now