87. KALABALIK

438 32 22
                                    

87. BÖLÜM

"KALABALIK"

İnsan yutulduğu karanlığın içinde görebiliyor gerçekleri en çok. Bir gün göremesem mesela, alsalar gözlerimi çukurlarımdan. Hapsolduğum o karanlığın içinde tanırım en çok kendimi.

En geride kalanlar bile bir gün dolanır ayaklarına. Kaçmaksa bir çözüm olamadı hâlâ.

Başım ağrıyordu. Bilincim yerine gelir gelmez hissettiğim şiddetli baş ağrısı kulaklarıma, dişlerime, gözlerime vuracak kadar fazlaydı. Yüzümün buruştuğunu hissettim ve inledim. Biri beni yanaklarımdan tutup sarsıyor, adımı anıyordu ancak o karanlığın içinde, gerçeklikten öyle uzaktaydım ki hiçbir şeyin farkında değildim.

Neredeydim?

Burası neresiydi ve adımı anan dudaklar kimindi?

Ağrıların yoğunluğunda yüzerken, "Kaldır oradan onu, koltuğa yatıralım," diyen sesi duydum. Zihnim kelimeleri emse de, ardındaki sesten kim olduğunu çıkaramadım. Ve ne olduğunu anlamadan kendimi havada, ardından yumuşak bir yüzeyin üstünde buldum. Ne zaman gerçekleştiğini anlamamıştım bile.

İnlemeye devam ederek başımı arkaya attığımda parmaklarımın ucunun dokunmasıyla bile sızlayan nokta, en hassas yerinden acıyla sarmalandığında ayak bileklerim bile uyuşmuştu. "Aras," diye fısıldadım istemsizce.

"Buradayım güzelim korkma."

Varlığını hissetmesem de, en azından burada olduğunu biliyordum ve bu bedenimdeki acıyı azaltmasa da, içimdeki korkuyu yok etmişti. Neredeysek neredeydik, yan yanaydık ve gerisi umurumda değildi. Sakinleştim. Kalbim yatıştı ama başımın ağrısı dinmedi. Hatta sanki daha da arttı.

"Buzu bastır." Süren sessizliğin ardından başımın arkasına dokunan ve yaslanan soğuğu hissettim. İnledim, soğuk tenimi uyuşturduğunda bir anlık acı geri çekilir gibi oldu ve başımın içindeki zonklama hâlâ oradaydı.

Gözlerimi zorlukla açabildiğim saniyelerde bulanık bir görüntü karşıladı beni. Suyun içindeymişim gibi hissettiren o yoğun ve tuhaf his, yerini netliğe bırakana kadar gözlerimi birden fazla kez kırpıştırmam gerekmişti. Nefes nefese etrafıma baktığımda evimizin salonu olduğunu idrak edebildim.

Aras koltuğun başındaydı ve diz çökmüş başımın dibinde bekliyordu, arkasında ayakta duran kişi de Asya'ydı. İkisinin yüzünde de şaşkınlığa karışmış bir endişe vardı. Aynı duyguyu ben de hissediyordum. "İyi misin?" diye sordu Aras hızlı hızlı. "Acıyor mu?"

"Ne oldu bana?" Sesimdeki acılı ve pürüzlü ton, Aras'ın gözlerindeki endişeyi arttırmıştı. "Başım çok ağrıyor."

Yerimden kalkmaya çalıştım ama izin vermedi. "Şşh, tamam. Hareket etme." Omzunun üstünden Asya'ya baktı. "Hastaneye gitsek mi?"

Elimi uzatıp kolundaki tişörtü sıktığımda bana döndü. "Gerek yok, başım ağrıyor sadece. Bana ne oldu?"

Aklımı kurcalayarak hatırlamaya çalıştım ama o ana kadar hatırladığım şeyler kısıtlıydı. Mutfağa girdiğimi, duyduğum tıkırtıyı ve Nefes için endişelendiğimi hatırladım. "Nefes?" Korkuyla gözlerim aralandı. "O iyi mi?"

"İyi, iyi bir şeyi yok kimsenin," dedi Asya hızlıca. "Su içmeye indim ben mutfağa, seni yerde yığılmış buldum birden. Düştün mü?"

"Hayır..." Yutkundum sertçe. "Bir ses... Ses duydum. Mutfaktan. Ona bakmak için girdim içeri." Kaşlarım çatılmıştı. Kafamdaki zonklamaların içinde kaybolan görüntüleri yakalamak o an öyle zor gelmişti ki hepten hafızamı kaybetmekten korktum.

ZİNCİRWhere stories live. Discover now