0.8

14 4 2
                                    

Oylarınızı ve yorumlarınızı eksik etmeyin.

Seviliyorsunuzz

Kahverengi kalplerinizi bekliyorumm🤎🤎

...

Aynadaki aksime baktım. Üstüme giydiğim kahverengi bluz üstüme tam oturmuştu, siyah bir kot pantolon  da onla uyumlu gözüküyordu.  Dudağıma renkli bir nemlendirici sürdüm ve hazırdım. Bugün bay pısırığın ismini öğrenecektim. Heyecanlıydım. Halen kendisine gıcık kapsam da  ismini merak ediyordum. Mahmut olduğunu düşünüyordum ama öğrenmeden bunu anlayamazdım.

"Sude, dershaneye geç kalıyorsun. Hadi çık şu evden." diyen annemin  sesiyle sırt çantamı aldığım gibi odadan çıktım.

"Görüşürüz Neşe Sultan, ben çıkıyorum." dedikten hemen sonra kendimi dışarıya atmıştım. Binanın merdivenlerini inip dışarıya çıktım ve durağa doğru yürümeye başladım. Otobüs durağı evime oldukça yakın olduğu için kısa sürede varmıştım, otobüs de şükürler olsun hemen gelmişti.

Otobüs kalabalık olduğu için kendimi iki koltuğun arasında buldum ve yol boyunca insanlar arasında tıkış tıkış bir şekilde bir yolculuk geçirmek durumunda kaldım. Ankara ve otobüsleri beni bir gün katil edecekti.

Kendimi otobüsten attığım gibi derin bir nefes aldım. Saşım başım da dağılmıştı, o kadar uğraşıp düzleştirmiştim oysa ki.

Dershaneye doğru adımlamaya başladım, iki saat dersim vardı. Sonra ismini öğrenecektim marul beyciğimizin.

Dershaneye girip sınıfa girdiğimde Nur'un oturduğu sıranın boş kısmına oturdum. "Günaydın." dedim neşe saçan sesimle.

"Günaydın meleğim." dediği an kollarını açmış ve sarılmam için melül melül bakmıştı. Kollarının arasına girip başımı omzuna yasladım. Bir ablam yoktu ama bu yokluğu Nur kapatıyordu.

"Yusuf sana bir şey almış, o hasta olduğu için gelemedi ama benim sana vermemi istedi." diye mırıldandığında başımı kaldırdım ve gözlerine baktım.

"Hasta mı oldu?" dedim diğer söylediğini es geçerek.

"Benim malak kardeşim gece yarısına kadar dağda taşta gezdiği için hasta da olur, enayi de olur."

Sitemine gülümsedim. O da kardeşini böyle seviyordu işte.

"Niye gelmemiş ki o saate kadar?"

"Bilmiyoruz, söylemedi beyefendi. Şimdi de yatak döşek yatıyor. Oh olsun ona."

"Yusuf'a olan sevgimde gözlerimi yaşarttı açıkçası."

"Sanki sen Tuna'ya karşı farklısın." 

"Tuna deme bana, moralim bozuluyor."

"Neden?"

"Kulaklığıma çöktü." dedim dudağımı büzerek o ise buna gülümsedi. Sınıfın kapısı açılıp içeriye matematik hocası girdiğinde sohbetimiz yarıda kesilmişti.

Uzun ve yorucu iki saatin sonunda matematik hocası derse nokta koyduğunda alnımı sıraya yasladım. Çok yorulmuştum. Blok dersleri hiç sevmezdim, ayrıca uykum gelmişti.

"Sude, bunu almalısın." Nur'un güzel sesiyle başımı kaldırdığımda elinde kalın kapaklı, telli bir defter tuttuğunu gördüm ve kaşlarımı çattım.

"Bu ne?" dedim uyuşuk sesimle.

"Bilmiyorum, Yusuf bunu sana vermemi söyledi sadece ve içini açıp bakarsam da benim için iyi olmayacağını söyledi. Sen eve gidince  bak, bana sonra söylersin."

"Ee iyi öyle olsun bari." dedim defteri elinden alıp çantama koyarken.

"Eve mi gideceksin direkt?" diye sorduğunda başımı iki yana salladım.

"Bir arkadaşımla buluşacağım. Sen?"

"Şimdi Yusuf, anneme nazlanıp duruyordur. Eve gideyim de kadının başının etini yiyip durmasın."

"Kolay gelsin o zaman sana. O çirkefle uğraşmak çok zordur."

"Aslında sadece bazen öyle oluyor, normalde öyle değil."

"Valla bana karşı hep öyle, hiç adam gibi konuştuğumuzu hatırlamıyorum."

"Onu ben de anlayamıyorum ki. Senle konuşunca beş yaşına dönüyor." 

Omuz silktim. Bundan sonra umrumda değildi açıkçası. Ne hali varsa görebilirdi.

Çantalarımızı alıp dershaneden çıktık ve Nur'la yollarımız ayrıldı. 

Telefonumu çıkardım.

Sude Taşdemir: Ben gidiyorum o bankın yanına, geç kalırsan beklemem seni. Ona göre.

Beklerdim ama bekleyeceğimi ona söylemezdim.

Adımlarım o gün oturduğumuz banka doğru ilerlerken gözüme bir pastane  çarptığında acıktığımı hissettim. Onunla yiyebileceğimiz bir şeyler alabilirdim. Tatlı yeyip tatlı konuşabilirdik bence.

Pastaneden birkaç tane ekler almıştım, ben çok severdim bu yüzden o da sevmeliydi.

Pastanede oyalandığım için biraz daha hızlı adımlar attım. Sonunda bank görüş alanım girdiğinde orada olduğunu gördüm. Benden önce gelmişti.  Başının etini yiyeceğim bir kusur bırakmıyordu ortada.

Sessiz adımlarla yanına gittim ve kulağın dibine girip "Ben geldim." diye bağırdığımda korkmamış, aksine gülümseyerek bana dönmüştü.

"Hoş geldiniz papatya hanım."

"Korkmadın mı?"

"İnsan beklediği kişiden korkar mı hiç? Seni bekliyordum ben."

"Çok mu bekledin?"

"Hayır, sen beni bekletmedin."

"Kibarlığın tuttu herhalde." derken yanındaki boşluğa oturuvermiştim. 

"Karşımda sen olunca kaba olamıyorum."

"Öyle miymiş orangutan arkadaşım."

"Senin karşında kim olduğu fark etmiyor sanırım."

"Cık," dedim başımı iki yana sallarken. "Karşımdaki şah sultan olsa yine böyleyim ben."

"En çokta bu halini seviyorum zaten." derken yüzündeki gülümseme arşa çıkmıştı.

"Çok sevme, çarpılırsın."

"Çarpan sen olacaksan neden olmasın." Ben çarpmamıştım ama bu arkadaşa kesin biri çarpmış olmalıydı. Başımı eğip eklerin olduğu pakete eğildiğimde gözümün içine kadar sokulan çiçeklerle hareket edememiştim.

"Lan ne yapıyorsun?" dedim şaşkın bir sesle çünkü bunu beklemiyordum.

"Sana papatya aldım ama bu sefer yapay, bulamadım canlısını." Başımı biraz geriye çekip çiçeklere baktım, pek gerçeğinden ayırt edilir hali yoktu.

İstemsizce güldüm. Harbi şapşikti bu çocuk.

"Teşekkür ederim." derken çiçekleri elime almıştım. "Annemden saklamaya çalışırken yakalanacağım yine sanırım."

"Saklama, annene bu çiçekleri alan kişinin ben olduğumu söyle." Annem bu çiçekleri de Yusuf aldı zannederse çıldıracağım için büyük ihtimalle itiraf edecektim.

"İsmini bilmiyorum, bir yabancı mı aldım diyeyim?" 

Sorum derin bir nefes almasına neden oldu. Tam gözlerimin içine baktı. "O zaman tanışalım." derken sağ elini öne doğru uzatmıştı.

"Ben Miraç, Miraç Akay ve sen de Sude'sin. Sude Akay olacaksın."

...

Alalala öyle mi olacakmışız?

NEREDEN ÇIKTIN KARŞIMAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin