~BAŞ DÜŞMANIM~

155 136 65
                                    

(beklettiğim için özür dilerim saygıdeğerisko okurlarım ama bölümünüzü yazarken çok uğraştım oylamayı unutmayınn🪄)


"Lütfen yardım edin hastam var"

Yavaş yavaş gözlerimi açmaya başladım. En fazla 15 yaşında olan bir çocuk beni kucağına almıştı. Masmavi gözleri etrafa endişeyle bakıyordu.

"Doktor yok mu?" diyordu çaresizce.

Bir acı hissediyordum kalbimde. Başım ağrıyordu şiddetle. Ama kendimi güvende hissediyordum bu çocuğun kollarında. Kimdi bu ve beni niçin hastaneye getiriyordu?

*Cam kırılma sesi*

Uyanmıştım ve sırılsıklamdım yine rüya görmüş olmalıyım. Hala rüyanın etkisinde olmalıyım ki çocuğun hayalini duvarda görüyordum. Kucağında ben vardım. Baygındım. Etrafa bakıp çaresizce "doktor yok mu" diyordu.

Sanırım burda hasta ben olmalıyım ama neden beni hastaneye getiriyordu? Ve en önemlisi bu çocuk kimdi?

Bir anda aklıma annemle bizi hastaneye getiren adam geldi. Adamın bu çocuk olduğunu düşündüm ama hemşire neden bir çocuğa adam desin ki? Bu çok saçma. Kafamda gerçekleşmesi imkansız olan senaryolar kurup akıl sağlığımı mahvediyorum. Buna bir son vermeliyim.

Kendime geldim. Dün akşam sanırım Bayan Larissa'nın gelmesini beklemeden uyuyakalmıştım. Bayan Larissa acaba akşam yemeği saatinde nereye gitmişti ve eve neden geç bir saatte dönmüştü?

Rüyadan cam kırılma sesleriyle uyanmıştım. Bu sesler gerçek olmalıydı ve aşağıdan gelmişti gidip baksam iyi olacak.

Aşağı indiğimde Bayan Larissa mutfaktaydı ve Marry'e alçak ama kendini zor tuttuğu belli olan bir sesle şunları diyordu;

"Kendine gel Marry. Ona bu gerçeği şimdi söylemeyeceğimizi seninle konuşmuştuk. Elimde bir sözleşme bile var. Eğer anlaşmayı bozarsan 1 milyon Euro ödemen gerekecek. Bu parayı ömrünüzün sonuna kadar ailecek çalışsanız bile elde edemezsiniz"

Marry burnunu çekmişti. Ağladığı belli oluyordu.

Hiçbir şey anlamamıştım. Bana söylememeleri gereken gerçek neydi? Bozulursa 1 milyon Euro ödenmesi vaad edilen sözleşme benimle mi alakalıydı? Bu evde neler oluyor ah bir bilsem...

Bayan Larissa mutfağın girişinden kafasını kaldırıp bana baktı. Beni görmüştü. Hiç bir şey olmamış gibi merdivenleri inmeye devam ettim.

"Ah tatlım uyandın mı?"

Yok hala uyuyorum cınım. Merdivenleri de uyuyarak iniyorum. Öf delirtiyorsunuz insanı.

Gözüm yerdeki cam kırıklarına takılmıştı

"Günaydın Bayan Larissa ne oldu burda" dedim mutfağa doğru ilerlerken.

Marry'e sinir dolu gözlerle baktı.

"Marry pahalı bir bardak takımını bozdu. Bana bişey olmadı sen merak etme"

"Marry iyi misin"

Marry dönüp bana baktı yüzüne acısını gizlemek için bir tebessüm takınmıştı.

Bayan Larissa'ya baktığımda bana oldukça sinirli bakıyordu sanki bir şeyleri hazmedemiyormuş gibiydi. Kısa bir bakismanin ardından mutfaktan çıkıp merdivenleri topuklu ayakkabılarını basamaklara vurarak çıkmaya başladı. Güldüm.

🪄🪄

O günden sonra Bayan Larissa bana eskisi gibi davranmadı. Aradan tam 3 yıl geçti. Marry tek arkadaşım olmuşken Bayan Larissa ile düşman gibiydik. Hapishane duvarına benzeyen beton uzun duvarlar arasına hapsetmişti beni.

Evde ise sadece yemekte acil şeyler hakkında konuşuyorduk. Sabah kahvaltısını hep benden önce yapıp gizli bir yere gidiyordu. Akşam yemeği saatinde evde oluyordu belki ama tek kelime etmiyordu. Yemekten sonra yemek masasında yalnız kalıyordum hep. Hayatımı zengin ama kimsesiz olarak değilde annem ve babamla kavgalı olarak geçirmeyi tercih ederdim.

Çok özlüyorum onları. Keşke ölmeselerdi. Ben öldürmüştüm onları sonuçlarını düşünmeden ani bir sinirle ağzımdan çıkan lafların çekilmesi zor çilelere yol açabileceğini bir an bile aklıma getirmeyerek.

Çok pişmanım. Bu düşünce ile canıma kıymaya kalkıştım. 1 2 3... Belki de 10 defa! Ama hiç biri işe yaramamıştı. Kollarımda, bacaklarımda.. Kaç kere aynı yeri jiletle kestiğimi, kan akmasından zevk aldığımı bir ben birde Tanrı biliyor. Ama sanki bu dünyadaki bişey benim direnmemi istiyor gibiydi. Ölmemi istemiyor ve yaşamamı istiyordu.

Ve tabiki olmazsa olmaz rüyalarım.. Her geçen gün gerçekleşmesi imkansız olan rüyalarım daha da artıyordu. Neden böyle rüyalar görüyordum bilmiyorum ama her ne kadar düşünsem de bir türlü anlayamamıştım.
Ama sanki olası ihtimalleri var gibiydi.

...

Derin bir iç çektim. Uzun bir sessizlik oldu içimde. Büyük kalemin geniş bahçe surları içinde belki bininci belki üç bininci belki bir milyon kez turluyordum bahçemi. Bayan Larissa genellikle evde olmadığından ev bana ve Marry'e kalıyordu.

Marry de evle uğraştığından çok vakit geçiremiyoruz. Bazen sırf onunla zaman geçirebilmek için ev işlerinde yardım ederdim. Gerçek bir anne kız gibi. Artık onu annem bilmiştim. Ona bir kere "anne" diyebilsem tüm sorunlarım çözülecek gibi geliyordu.

Bahçenin içinde dört dönmekten sıkılmıştım. Büyük kalemin arkasındaki büyük ıhlamur ağacının dalına asılmış bir salıncak vardı. Canım ne zaman sıkılsa salıncağıma gelip sallanırdım ve hayallere dalardım..

Bir gün beyaz atlı prensim hapishanemin duvarlarını yıkıp kalemin en üst katındaki odamdan beni kurtarıp kendi kalesine götürecekti. Ama bu sefer hapsolmayacaktım. Yani umarım.

Yine sıkılmıştım. Yapacak hiçbir şey yoktu.
Telefonumu, arkadaşlarımı tabii özellikle Seo-yeon'u, okulumu çok özlemiştim. Ha bu arada okul demişken, Bayan Larissa bu eve geldiğim 10. günden itibaren bana hayat dersleri vermeye başladı. Derslerde bile o kadar soğuk davranıyor ki, gerçekten sanki onun baş düşmanı gibiydim. Beni çıkarları için bir köpek gibi sahiplenmiş gibi hissediyorum. Ama neden böyle şeyler hissettiğimi yine ve yine bilmiyorum.

🪄🪄🪄

Hepinizi çok seviyorum canlar bundan sonra hedef koymadan ilerlemeye çalışacağım. Tekrar teşekkürlerr🫶🏼🎀

𝘿𝘼𝙍𝙆 𝙈𝘼𝙂𝙄𝘾Where stories live. Discover now