8 • trust and anger

213 39 19
                                    


🌟


Nasıl denk geldiğimiz asla bir soru işareti değildi. Onunla hep buraya gelirdik, hep.

Yutkunarak derin bir nefes aldım rahatlamak amacıyla. Gözlerim masada gezinirken Jungkook'un ellerinin duraksadığını fark etmiştim, ardından ona baktığımda Jihoon'a olan bakışlarını gördüm. Az önceki yumuşak bakışları anında yok olmuş, bakanın buz kesilmesini sağlar hale gelmişti sanki.

Yeniden bakışlarımı önümdeki tabağa odakladığımda ardından sakince konuştu. "İyi misin?" Sadece başımı salladım. Sanki gücüm çekilmiş gibi bir şey tutamayan elim, artı olarak titrediğinde aldığım çatal elimden düşmüştü bile. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes alıp verdim yine, o sırada elini elimin üstüne sarmıştı hemen. Masaya eğildiğini hissetmiştim ama hala gözlerimi açmıyordum.

"Chaeyoung sakin ol." dedi şefkatli bir tonda. "Panik yapacağın bir şey yok. Gerilme." Biliyordum, elbette ki gerilecek bir şey yoktu ama neden böyle olduğumu asla anlamıyordum.

Onu hala seviyor muydum? Bu yüzden miydi bu halimin sebebi? Bilmiyordum, kahretsin ki.

"Hadi şundan iç biraz." Yarılamış olduğum limonatayı elime tutuşturduğunda ona bakıp limonataya baktım sonra ve istemeye istemeye birkaç yudum aldım.

Bir süre beni inceledi ardından ekledi. "Gitmek ister misin? Kalkalım mı?" Onayladım onu. "Olur..." Garsondan hemen hesabı istedi. Bir yandan hala beni inceliyordu biliyordum.

Yaklaşan gülüşme sesleri beni iyice gererken yan taraftaki masalardan birine oturdular. Yumruklarımı sıkıp başımı masaya eğdim iyice. Keşke saçlarım açık olsaydı da kapatsaydı yüzümü şu an.

"Ne istersin bebeğim? Bak şu çilekli pasta çok güzel, bir arkadaşım önermişti. Kesin beğenirsin hm?"

Yok olmak istiyordum lanet olsun. Arkadaş falan değildi onu öneren! Bendim!

Benden aldığı şeyleri ona mı satıyordu gerçekten de delirecektim.

"Hadi gidelim." Jungkook hesabı ödediğinde benden önce kalktı. Hemen bende kalktım ve çantamı alıp onunla beraber hızlı adımlarla kafeden çıtkım.

Çıkar çıkmaz bizi karşılayan sert rüzgar üşütsede kendime gelmemi sağlamıştı. Jungkook aceleyle kolunu sırtımdan sararak kolumu sıvazladı. "Çok serinlemiş hava." diye mırıldandı bir yandan.

Tepki vermedim, üşüsemde derince çektim havayı içime ve kendimi salmaya çalışarak nefesimi geri verdim.

Aptallaşmıştım iyice. Panik olmak neyin nesiydi tanrı aşkına? Hala ellerim titriyordu, kalp atışlarımın sakinleştiği de söylenemezdi.

Jungkook beni arabaya ilerlettiğinde kapımı açıp binmemi bekledi. Bindikten sonra kapımı yeniden kapattı ve o da hemen binip arabayı çalıştırdı. Anında klimaları açtı, bir yandan arabanın hemen ısınacağıyla alakalı şeyler söylüyordu ama çok dikkat etmedim.

Oyalanmadan arabayı sürmeye başladı. İkimizde hiç konuşmadık, yol sessizce akıp giderken ne ara eve gelmiştik anlamamıştım bile. Jungkook arabayı durdurduğunda hiçbir şey söylemeden beni bekledi.

Ona baktım mahcup bir ifadeyle. "Özür dilerim, yani tatsız bir gece oldu. Zaten kafanı dağıtmak için çıkmak istemiştin ben iyice berbat ettim."

Bakışlarını yumuşak bir ifade kapladı. Bir yandan sert gibiydi de, anlayamamıştım. Başını salladı tebessüm eşliğinde. "Sorun yok, rahat ol." Kıpırdandı yerinde ardından sevecen bir şekilde konuştu ortamı yumuşatmaya çalışırcasına. "Hem kafam yeterince dağıldı zaten, sohbetin iyi geldi."

stars in your eyesWhere stories live. Discover now