11 • photo of the best moment

252 36 30
                                    

🌟


Arabadaydım. Dışarının serinliğine tezat olarak içerisi sıcaktı, buğulanan araba camıysa benim ilkokul çizimlerimle doluydu. Minik papatyalar, yıldızlar, ay, ağaç, bulut, kelebek... Çizmeye çalıştığım ama beceremediğim gül. Birbirleri etrafına kalkan misali dizili olan yapraklar gerçekten zordu.

Jungkook ile yemek yemek adına verdiğimiz karar üzerine, eve uğramayı rica etmişti, üzerindeki üniformanın rahatsızlığı yüzünden. İçerde beklememi teklif etmiş olsa da kibarca reddetmiştim, zaten o da çabuk geleceğini eklemişti. Gitmeden önce gerek olmadığımı söylesem de ısıtması için klimaları açarak gitmişti. Kasım ayına yeni girmiş sayılırdık, genel olarak hala ılık bir hava hakim olsa da serinliği inkar edilemezdi, üşütür dereceye gelmişti.

Yaklaşık on beş dakika sonra kapı açıldı, irkilerek ona doğru döndüğümde mahcup bir ifade belirdi yüzünde. "Korkuttum mu?" dedi bir yandan kapıyı kapatıp kemerini takarken.

Oversize siyah bir tişört vardı üstünde, altında paraşüt kumaş bir eşofman. Tişörtün üstünde sanırım eşofmanıyla takım olan hırkası vardı. Simsiyahtı.

"Hayır." dedim ve hafifçe gülümsedim. Aynı şekilde gülümsediğinde gözleri arkamda kalan bir yere kaydı. Yüzünde ki gülümseme büyüdü hatta kıkırdadı bile.

"O ne?" Cam arkamda kaldığı için görebilmek adına öne eğildi ve arkama doğru baktı. "Ne o iç içe geçmiş halkalar mı?" Gözleri kısıldığında gerçekten çözmeye çalışıyor gibiydi. İstemsizce kaşlarımı çattım. "Gül o."

"Gül mü?" Başını yana eğdi anlamaya çalışır gibi, gözlerini kıstığından dolayı oluşan o gergin ifade yumuşadı ve güldü. "Gül demek. Tohum hali falan mı? Yaprakları yok."

Cama doğru döndüm bende. "Hiçte bile, bak buradalar ya." Öğrencisine ders veren bir öğretmen gibi ona gösterdim yaprakları, bir yandan elimi cama değdirmemeye çalışıyordum. "İşte buradalar bak."

"Chaeyoung." Kıkırtısı büyürken sesi öyle eğlenceli geliyordu ki. "Gül mü diyorsun buna gerçekten."

"Ya Jungkook." Bir süre camda ki çizime baktım. "Daha yaprakları açılmamış onun."

"Öyle mi?" dedi gayet eğlenir şekilde. Yeniden doğrulup arabayı sürmeye başlamıştı.

"Çok sinir bozucusun, gerçekten." Hırsla mırıldanıp silmek üzere elimi kaldırmıştım ki uzanıp kolumu tutması bir olmuştu. Boşta ki kolumdu, engel olabilmesi için diğer kolumu tutması gerekiyordu ama durmuştum yine de. "Tamam tamam silme. Çok güzel bir gülmüş, yaprakları açılmamış gül. Artık en sevdiğim" Kendi kendine başını salladı. "Yapraklı açılmamış gül." Bir yandan bana saniyelik bakışlar atarken tek kaşımı kaldırıp baktım.

"En sevdiğin? Dalga geçiyordun az önce." Arkama yaslanıp elimi kucağıma indirdiğimde o da elini kolumdan çekti. Rahat bir ifadeyle omzunu silkti. "Bir daha baktım da hoş görünüyor." Hafifçe güldüm.

"Şaka gibisin." Karşılığında bir şey demeden belli belirsiz güldü. Günün yorgunluğu, daha doğrusu bütün o hüznün verdiği yorgunluk üstüme çökmeye başlamıştı. Üstelik bu sıcak araba iyice mayıştırıyordu beni. Koltuğa hamur gibi yayılmıştım.

Derin bir nefes alma sesi geldiğinde başımı yaslı olduğu yerde ona doğru çevirdim. Ona baktığımı gördüğünde hafifçe omzunu silkti, boşver der gibi. Yine de lafa girdi. "Bu sıralar." diyip duraksadı, ne diyeceğini mi bilemiyordu yoksa söylemekte tereddüt mü ediyordu çözemedim. "Bazı kişilerle başım dertte." Yerinde kıpırdandı rahatsız olur gibi.

stars in your eyesDonde viven las historias. Descúbrelo ahora