1. Bölüm.

31.5K 1.2K 503
                                    

-

Bir cümlenin son harfinde doğdu başlangıcım. Kelimelerin yanlarında gezindiğim, bazen dokunduğum, ara sıra sohbet ettiğim satırların gölgesine yazıldı kaderim. Tıpkı tek yaprağı kalmış o anı defterinde geçmişin üzerine yazdığım ama geleceğimin eskilerini kapatamadığı gerçekler gibi.

Bir ruhu ayakta tutan nedir diye sordum. Bedeni o güçlü kemikler taşıyorsa, ruhun gücü bu kemiklerden daha fazla olmalı. Bunu erken öğrendim. Ruhumu ayakta tutan zayıf bir mum alevi. Sanki aniden sönmeye hazır, bazende tutuştuğu ipte yanmaya razı.

Bir ihtimalin bileklerime çektiği damarları okşuyor benliğim, o an binlerce kavlı parçam intiharın keskin kokusundan ölüme sarkarken son adımlarını sayıklıyor nefesim.

Aynada ki yüzüm, bir emanetin simgesiydi; bana son kez bırakılan. Ellerimi saçlarımdan çekerek ıslanan gözlerime baktım. Kendimi bir süre incelerken lavabonun kapısı açıldı, içeriye sınıf arkadaşım Mine girdi. Önce üzerime baktı, bende ona uydum. Çamura bulanan kilotlu çorabım. Beyaz okul gömleğime dökülen sarı sıvı ve dağınık duran sarı saçlarım. Mine'nin gözleri dikkatli ve sabırlıydı. Ne sinirliydi ne de bu yapılanlardan dolayı mutluydu.

"Eve git istersen, üstün başın kötü görünüyor." dedi, gözlerini benden kaçırarak. Musluğun başlığını havaya kaldırdı ve ellerini çeşmenin altına tuttu. Boş bakışlarımın ona bıraktığı bir ağırlık vardı. Bunun ikimizinde farkında olduğu bir durumu paylaşsakta birbirimizden saklıyorduk. Yanından geçerek lavabodan çıktım ve koridorun sonunda ki soyunma odasına girdim. Dolabımın kırılmış kilidine kaşlarım çatılır gibi oldu. Kapağını açtığımda kıyafetlerime uzanan elimde bir ıslaklık hissettim. Parmaklarım geri gelirken burnumun aldığı ketçap kokusu yüzümü buruşturmuştu. Gözlerimle etrafı taradım ve kullanılmamış çöp poşetinin rulosundan yırtma hizasından poşet kopararak eşyalarımı içine doldurdum.

Ağlamaycaktım.

Hayır, saçmaydı. Önemsiz bir şeydi. Bir dikeni andıran boğazımda ki yumruyu yutkunurken ellerim yeniden titremeye başladı. Kirpiklerimi sürekli kırpıştırıyordum. Bir annenin çocuğuna ağlamaması için verdiği teselliyi ben gözlerime ilk damlasında öğütlemiştim. Aralık kapıdan çıktım ve poşetin ağzını avuçlarımda sıkıp yerde sürükleyerek çektim. Öğrenciler beni gördüğü anda durdular. Hepsi yan yana bir sıra oluşturdu. Boş, ruhsuz bakışlarım isimsiz bir mezar taşının soğukluğuydu.

"Bahçede ki halini görmeliydiniz. Çamura ittiler onu."

"Haketmediğini söyleme bana. İki gündür o olmadığından okul zevksiz geçiyordu. "

"Öyle." dedi fısıltıyla, bir kız. Erkekler ıslık çalıp alkış tuttuğunda birinin bana yardım etmesini diliyordum. Tırnak diplerim avuçlarıma sımsıkı kapanan parmaklarımdan dolayı sızlarken çalmaya tenezzül etmediğim kapıyı direk açtım ve öyle sert kapattım ki duvar çatlamıştı sanki.

"Ne yaptığını sanıyorsun sen!"

Müdür öfkeyle ayaklandı, masanın köşesinden dönüp de karşıma geçtiğinde suratında tohumlanan nefret, bir ip cambazının sergilediği müthiş gösterisinin ihtişamı kadar alacalıydı. Poşeti aramıza koydum, müdür önce gözlerime baktı ardından poşete dudaklarını iğrenircesine büzerek bir kaç adım geriledi.

"Ne bu? Neden getirdin?"

"Görün istedim. Yaptıkları nasıl olsa hoşunuza gidiyor. Belki biraz daha zevk alıp beni bu lanet yerden gönderirsiniz."

"Benim yapabilceğim bir şey yok." dedi müdür, biraz olsun yumuşayan sesiyle. "Yurt müdürün onayladığı an seni okulumda bir saniye olsun tutmak istemediğimi biliyorsun. Bunu onunla konuş, elimden hiçbir şey gelmez. " Kafasını çevirdi ve böylelikle odadan çıkmam gerektiğini belirtmiş oldu. Bu her zaman böyleydi. Başımı iki yana salladım. Adımlarım mesafeye esnetti, bedenimi döndürmeden kapıya yaslandım.

SUSKUN 1. (Tamamlandı)Where stories live. Discover now