44. Bölüm "Dost Acısı"

503 41 3
                                    

Sesim, sessizliğin içinde bir volkan gibi yükselip patlarken herkesin bana baktığını fark etmem uzun sürmedi. Etrafıma baktım. Hiç tanımadığım insanların yüzlerine baktım. Son kez bağırdım. "Miraç, bekle!"

Ama o çoktan gitmişti. Beni duymuştu değil mi? Herşeyi duymuştu. En yakın arkadaşına sırtını dönüp gitmesinin başka bir açıklaması olamazdı. Bu ihaneti taşıyamayacak kadar incinmişti. O, gerçekten koşarak uzaklaşırken peşinden gitmiş, kalabalığın arasında izini kaybetmiştim. Şimdi kulübün ortasında, bir yığın insanın arasında çaresiz ve mutsuz hissediyordum. Nasıl bir hata yapmıştım ben böyle?

Beni kalabalığın arasında kurtaran bir el omzuma dokundu. O elin sahibine, Çınar'a döndüm. "Şimdi peşinden gitme," dedi. "Sonra konuş onunla. Bunları duymaya hazır değildi. Bırak yalnız kalsın."

Aniden geri çekildim ve Çınar'ın az önce omzuma bastırdığı eli havada asılı kaldı. "Senin yüzünden," diyerek dişlerimi sıktım. "Sizin yüzünüzden."

"Sen de sakin ol Nisan, iyi görünmüyorsun."

İçimdeki öfkeyi, kaybetmişlik hissini, umutsuzluğu tarif edebileceğim bir kelime aradım ama bulamadım. Gözlerimden iki damla yaş süzüldü. "Onu kaybedeceğim," dedim gözlerimi sıkarak. Zamanı geri almak istiyordum. Miraç'ın gerçeği hiç öğrenmemiş olmasını diliyordum. Onun acısını hafifletmek istiyordum. "Miraç beni hiç affetmeyecek."

Çınar uzanıp bileğimi yavaşça tuttu. "Gel, seni buradan çıkaralım," dedi. İtiraz edemedim, buna gücüm yoktu. Kalabalığın arasında adım adım ilerlerken Çınar kolunu belime doladı. Dışarı çıkana kadar gözlerimi hiç açmadım. Saniyeler saat gibi geçti. Havadaki o saf koku ciğerlerime dolana dek kendime gelemedim.

"Şimdi iyi misin?" diye sordu Çınar, kulübün ihtişamlı duvarına yaslanmamı sağladı. "Daha yeni iyileştin. Kendini fazla yoruyorsun."

Bir anda yüzüme alaycı bir gülümseme hakim oldu. Karşımdaki adam kimdi? Ben bu adamı tanıyor muydum? Hangi yüzünü tanıyordum? Hangi yüzünü sevmiştim? "Beni umursuyormuş gibi davranmana gerek yok," dedim.

"Seni umursuyorum. Aksini hiç söylemedim."

"Şimdi kendimi yormamdan yakınıyorsun ama beni terk ettiğinde göğsümde dikişler vardı. Canımın ne kadar yandığını tahmin edebiliyor musun Çınar?"

"Seni eve bırakayım."

Gözlerini benden ayırınca tekrar yüzüme bakması için önüne geçtim. "Beni duyuyor musun sen? Senin için ne ifade ediyorum? Söylesene!"

Durmadı. Beni dinlemedi. Elimi tuttu ve onunla birlikte yürümemi sağladı. Elimi hızlıca çektim ve yanında yürümeye devam ettim. Arabasının yanına geldiğimizi görünce durdum. "Ben kendim giderim."

Önce yüzüme bakıp gözlerini yukarı dikti. Ardından nefesini bana katlanmaya çalışıyormuş gibi dışarı verdi ve beni baştan aşağı süzdü. "Seni bu halde tek başına gönderecek değilim."

Bakışlarımı kendi üstümde gezdirdim. "Ne varmış halimde?"

"Sabrımı mı sınıyorsun?"

"Sınamaya gerek yok," dedim kollarımı göğsümde birleştirerek. "Bana sabredemediğini beni terk ederek göstermiştin zaten."

"Bin şu arabaya."

"Hayır."

"Şu lanet arabaya bin."

"Sana iyi geceler," dedim ve arkamı dönüp kulübe doğru yürümeye başladım. En azından Merve'yi bulup olanları anlatırdım ve Miraç'ın gönlünü almak için bir yol bulurdum. Kesinlikle Çınar ile gitmeyecektim. Ben onun kölesi değildim!

Nisan Güneşi Where stories live. Discover now