2.BÖLÜM "KARA LEKE"

11.5K 674 159
                                    

 "Kara Leke"

-

Arabadan indim.

Geldiğimiz yer kurak, taşlaşmış, grilerden oluşan, göçebeliği ruhunda taşıyan eski bir mekandı. Burnumun direği sızladı. Etraftaki çimenlerin çürümüş buğday kokusuyla iç çektim. Bu görüntü yıllar önce, Rahşan Piri'nin karşıma çıkmadığı zamanlarda, sayısız karanlık gecelere gebe kaldığım kimsesizler yurdunu anımsatıyordu.

Nefes aldım, verdim. Yürümek istedim. Yerdeki envai çeşit taşlar yoluma baş koydu. Ayağımdaki topuklu ayakkabılarla üç adım atmıştım ki ayağım burkuldu. Yere düşmeden önce diz kapaklarımı korumak için ellerimi yere siper ettim. Avucumun içine batan sert ve ufalanmış taş parçaları cam kesiği şiddetinde bana çarptığında, etim artık tahriş olmuş, kanamak üzere olan bir deri yapısına sahipti.

Başımın hizasında yere düşen gölgesini gördüm önce. Siyah kundura ayakkabısı görüş alanıma girdiğinde kolumu saran sıcak parmaklarının varlığı, çocuğunu korumak isteyen baba şefkati kadar hakikiydi. O an çocuklaşan ruhumla gücümü ona kanıtlamak istedim. Ne aferin, ne de başka bir şey; ruhumu okşayacak sözler değildi amacım. Sadece bana inanan bakışlardı inancım.

"Düştüğüm yerden kendim kalkabilirim." Sesimin cılız fısıltısı onu vazgeçirmedi. Parmaklarından aldığım kuvvet ile ayaklarımın üzerine bastığımda, "Benim yanımda güçlü olmak zorunda değilsin," dedi. Keskin sesi itiraz istemediğini belirtircesine dominanttı. "Ne yaparsan yap, benim yanımda hep çocuksun. Korumam gereken, kızıl saçlı küçük kız çocuğumsun."

Gülümsemeye çalıştım. Dudaklarım ağırlaştı, mimiklerim uyuştu. Gülümseyemedim ama gözlerim doldu. "Sevindim," dedim. Boğazıma oturan yumru ile gözlerim kısıldı. "Oysa bu gece bana verdiğin emri duyduğumda gözündeki değerimin azaldığını düşünmüştüm." Yutkundum. "Hoş, hala öyle düşünüyorum ama neyse." Dilimin ucuna yükselen yumru dağıldı, ateş oldu. Ağzımın içine akıttığım kül tadıyla öksürmek istedim. Kolumu sarmalayan parmakları tutumunu sertleştirdiğinde, varlığını hatırlatan adama tekrardan aldanmak istedim. Güvenmek, koşulsuz şartsız koşmak... Ama, Rahşan Piri'ye güvenmek intihardı. Ölüme bahşedilmiş kıyamdı. En çok da topraktı. İçine hapsederse ebediyet, dışa raks ederse yangındı. Yazı turaydı. Bir yüzü ölüm, diğeri candı. Şer olduğu zamanlarda benimdi. Bana aitti. Canımın acısına ortaktı. En çok o bilirdi Fecir Saye'yi ve Mah'ı... Aldandığım yerden aldatmazdı. Benimle sohbet etmeyi severdi. Akşam yemeğinde bana eşlik ederdi. Çatı katında satranç oynardık. Bazen, işler yolunda giderse, geceleri dans ederdi benimle. Salsa ile arası iyi değildi. Tango adamıydı. Mutluysa, elinde kırmızı şarabı varsa benimle zamanı hiç etmeyi severdi.

İşte, tüm bu yaşadıklarım karşısında kafam karışıyorken, güçlü durmaya çalışmak beni nereye götürecekti? Rahşan Şer'im gibi davranmıyordu.

Şer'in zıttı, olabildiğince yabancısıydı.

Zannediyorum ki, bu gerçek ruhumu incitiyordu.

"Senden başka kime güvenebilirim?" İhanetle harmanlanmış düşüncelerim, kısık sesinin altında ufalanarak toz oldu. Çenesindeki kemikler jilet gibi ortaya çıktı. Sinirlenmişti. "Senden başka güvenebileceğim bir kadın yok, bunu biliyorsun. Sana ihtiyacım olduğunu da biliyorsun."

"Ben olmak zorunda mıyım?" dedim. "Zenginlik içinde yüzüyorsun. Paranla satın alırsın satılık olanları. Benden zeki, güzel, etkileyici, bedeninin kullanılmasından rahatsız olmayacak bir sürü kadın var. Neden ben?"

ÖLDÜR ya da SEVWhere stories live. Discover now