Bölüm 2 / Isırık

62.4K 3K 152
                                    

Kral José kollarını göğsünün üzerinde kavuşturarak rahat bir tavır takındı. Karşısında diğer dört klanın liderleri vardı. Orta Cali'nin lideri Aldric, Batı Cali'den Hank, Doğu Cali'nin lideri Davis ve son olarak Kuzey Cali'den Adrian. José'nin yüzünde alaycı bir gülümseme oluştu. Kardeşleriyle uzun yıllardır bir araya gelmemişti. Evet, kardeş olabilirlerdi ama birbirlerinin en kötü düşmanlarıydılar ayrıca.

Aldric ve Davis'in birleştiği birkaç ay önce açıklanmıştı. Ancak bu bile José'nin klanına karşı durmalarına yetmezdi. Dünyanın en iyi askerlerine sahip olmanın yanı sıra José kardeşlerinden farklıydı. Onda duygudan eser yoktu. Hepsini gözünü kırpmadan öldürebilirdi.

Bir borazanla işaret verilmesinin ardından beş kral aynı anda yürümeye başladılar. Ortaya işaretlenmiş çarpı işaretine gelene dek durmadılar. Aralarında en uzun ve iri olan Hank, oldukça göze batıyordu. Olmayan saçları ve buna tezat olarak metreler uzunluğundaki sakalı oldukça değişik bir görüntü çiziyordu. Aldric ve Davis ise birbirlerinin tıpatıp aynısıydı. İki kralda iri, göbekli ve esmerdi. Ve en dişlisi. Adrian. Beyaza yakın mavi gözleri ve esmer teni... Yakışıklılığı José ile yarışacak kadar vardı. Ve tüm kardeşlerin içinde en nefret edileside Adrian'dı. José duygusuz piçin tekiydi. Gülmezdi, gerekmedikçe konuşmazdı. Adrian ise tam tersiydi. Fazlasıyla konuşkan ve gevşekti. Bu özelliği onu diğerlerinden daha iğrenç yapmaya yetiyordu.

Bir daire oluşturdular. Davis, sesini herkesin duyması için bağırdı. "Savaştan çekilmek isteyen var mı? Bu son şansınız." Aldric ortağını desteklercesine kafasını salladı.

Ancak kimse Davis'e cevap vermedi. Kimse savaştan çekilmiyordu. Sonuçta bu işin ucunda tüm dünyanın sahibi olmak vardı. Zaten dünyada sadece beş klan vardı. Bu savaşın amacıysa tüm klanlar için genel bir lider seçmekti.

Ortamdaki gergin sessizliği bozan Adrian'ın tiksindirici kahkahası olmuştu. "Savaştan çekilmek mi?" dedi kahkahalarının arasından. Ardından bir iç çekerek olmayan gözyaşlarını sildi. "Yine çok komiksin kardeşim. Ama bu kelleni kurtaramayacak."

Adrian'ın milyonlarca askeri bir kahkaha tufanına tutuldu. José'nin dudakları gergin bir gülümsemeyle kıvrıldı. "Bu korkak hallerin beni eğlendiriyor, Adrian," dedi başını yana eğerek. Gülümsemesini koruyordu. "Bu iş bitince seni sarayıma şaklaban olarak alabilirim."

Adrian'ın gülümsemesi soldu. Dudaklarından bir tıslama çıktı. "Orospu çocuğu."

"Kardeşiz, unuttun mu?" José daha şimdiden zaferin kokusunu alabiliyordu. Davis ve Aldric'in zayıf stratejileri, Hank'in korkaklığı ve Adrian'ın bu egosu José'yi zafere götürecekti.

"Sadece konuşuyorsunuz." Aldric homurdanarak sopasını yere vurdu. Aralarında en yaşlı görünen o vardı. "Boş lafla bir yere gelemezsiniz."

Hepsi mesajı almıştı. Son kez birbirlerine baktıktan sonra arkalarını döndüler. Geldikleri yoldan dönerek askerlerinin başına geçtiler. Milyonlarca asker vardı. Ama hiçbirinde kılıç yoktu. Hatta çoğu yarı çıplaktı. Onların silahları dişleriydi. 

Borazan tekrar öttü. José, geri dönüşü olmayan buzdan bir yolda yürüdüğünü düşündü. Diğer kralların aksine o ortada durmuş sessizce bekliyordu. Sadece ona saldıran vampirleri öldürüyordu. Onu da dişleriyle değil elleriyle yapıyordu. 

Bir on vampiri daha parçaladıktan sonra etrafa yayılan çürümüş et kokusu onu rahatsız etti. Yüzünü buruşturarak ellerini ölü bir vampire sildikten sonra sakince yürümeye başladı. 

"Demek kardeşiz ha!" Adrian'ın sesiydi bu. José arkasını dönemeden kardeşi dişlerini hırsla boynuna geçirmişti. Genç kralın yüzü acıyla kasıldı ama ses çıkarmadı. Aynı anda diğer kardeşlerinin öfkeli seslerini duydu. Boynuna ve sırtına geçirilmiş dişler canını çok yakıyordu ama yinede sesini çıkarmadı. Dizleri üzerine düştü. Tabii ki ölmeyecekti. Bir kaç vampir ısırığı onu öldüremezdi. Ama omuriliğine yediği son darbe... Gözleri kararırken yinede sesini çıkarmadı. Karşıdan General ve Komutanların ona yardıma koştuğunu görebiliyordu. Gözleri kapandı, kardeşlerinin nefret dolu ısırıklarına daha fazla karşı koyamayarak bilincini yitirdi.

Güzel peri saçlarını taramayı bırakarak gerildi. Tarağı tutan eli kaskatı kesildi. Kulağına bazı sesler geliyordu. 

"Burası güvenli. Onu burada bırakalım ve savaşa geri dönelim. Nasılsa uyanacaktır."

Bir erkek sesiydi bu. Onun dışında birkaç erkek sesi daha vardı ve birinin kötü enerjisi. Biri yaralıydı. Hızla ayağa kalkarak koşarak mağarasından çıktı. Hız kesmeden koşmaya devam etti. Enerjiyi arıyordu. Neredeydi? Gözlerini kapattı ve sesleri dinledi. Ormanın sesi baskın olsa da onu hissetti. Biri yakınlarda acı çekiyordu. 

Tüm gücünü toplayarak konsantre oldu. Sanki bir şey onu çekermiş gibi yürümeye başladı. Kapalı gözleri, ışıldayan sarı saçları ve neredeyse süzülen bedeniyle insan dışı bir güzelliği vardı. Enerji, onu iki yüz metre ileriye götürdü. Peri gözlerini açtı ve yerde yatmakta olan adama baktı.

Adamın kahverengi saçlarına ve yüzüne kan bulaşmıştı. Yüz hatları sertti. Baygın yatıyordu. Genç kadın derin bir nefes alarak diz çöktü ve adamın sırtını çevirdi. Diş izleri...

Nefesini tuttu. Vampir saldırısına uğramış bir insan olmalıydı. Titreyen elleriyle adamı birkaç kez dürttü.

"Beni duyuyor musun?" Güzel sesi ormanın sesine karıştı. Adamdan yanıt gelmedi. Bir kez daha denedi. "Hey! Beni duyuyor musun dedim." Ama yinede yanıt alamadı. Kafasını adamın kanlı göğsüne koyarak yaşayıp yaşamadığını kontrol etti.

Yaşamıyordu. Kalbi atmıyordu.

İçine korku dolu bir nefes çekti. Onu yaşadığı yere götürmeli miydi? Daha önce de böyle durumlar olmuştu. Kalbi duran veya nabzı çok yavaş olan insanları bile iyileştirmişti. Belki bu adamın kalbide birkaç dakikalığına durmuştu.

Her ne olursa olsun onu böyle bırakamazdı. Ancak adam çok ağır ve kaslı görünüyordu. Onu kendi başına taşıyamazdı. 

Başını ormana çevirerek haykırdı. "Rick!"

Birkaç dakika içinde ağaçların arasından güzel bir kaplan çıktı. Peri, eliyle adamı işaret etti. "Onu evime götürmeme yardım et."

Kaplan acı dolu bir ses çıkardı. Başını iki yana sallıyor gibiydi. Perinin alnı kırıştı. Rick onu götürmek istemiyordu. Ama zaman kısıtlıydı ve Rick'in yardımına ihtiyacı vardı. "Lütfen," dedi ısrarcı bir sesle. "Lütfen taşı onu."

Kaplan bir kaç ses daha çıkardıktan sonra devasa ağzını açtı. Yaralı adamı dişlerinin arasına aldı. Peri, kaplanın sırtına bindi. Ve birlikte ormanda kayboldular.

Olayların fazla hızlı geliştiği bi bölüm oldu sanki ama ilk bölümleri yazmakta iyi olmadığımı söylemiştim. :D:D Umarım sevmişsinizdir, yorumlarınızı bekliyoruum ^^

AeraHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin