Bölüm 4 / Aera

48.7K 2.8K 105
                                    

"Aslında bir adım yok," dedi genç kadın derince iç çekerek. Yalan söylemek ona uygun bir davranış değildi. "Kendimi bildim bileli yalnızım bu yüzden ne bir ailem ne de ismim var." Bir an önce konunun değişmesini diledi. 

Erkek mağaranın girişine bakarak iç çekti. "Acaba ne zamana kadar böyle kalacağım?"

Dileğinin gerçek olması kadının rahat bir nefes almasını sağladı.

Hafızasından bahsediyor olmalıydı. Genç kadının yüzünde bir gülümseme oluştu. İlk defa biriyle arkadaş olduğunu hissediyordu. Normalde yaralıları iyileştirdikten sonra onları ormanın girişine bırakırdı ve biri gelip onları alana kadar yakınlarda beklerdi. Ama bu adamı değil ormanın girişine bırakmak, mağaradan çıkartmak bile istemiyordu. José'deki bir şey onu çekiyordu. Kadın bunun arkadaşça duygular olduğunu farz etti.

"Bence çok iyi biriydiniz," derken adamın yanına emeklemeye başladı. "Bahse girerim tek bir karıncayı bile öldürmemişsinizdir. Ama savaşta ne işiniz vardı?" Yine hızlı hızlı konuşuyordu işte. Derin bir nefes alarak son cümlesini söyledi. "Vampir savaşlarına insanlar katılmaz." Durup bir kaç saniye düşündükten sonra aklına bir fikir gelmiş gibi doğruldu. "Belki de yaralandıklarında kanınızı içmek için götürmüş olabilirler."

José'nin yüzünün şaşkın bir hâl aldığını görünce fazla ileri gittiğini anladı. Hafızasını kaybetmiş bir adama en acı şeyleri anlatıyordu. Kim uyanır uyanmaz vampirler hakkında konuşmayı severdi ki?

Yaptığı aptallık için kendine bir kez daha kızdı. "Üzgünüm. Bunları duymak istemezdin sanırım."

Ancak José ona cevap vermiyordu. Büyük bir dikkatle mağaranın girişine bakıyordu. Peri, adamın baktığı yere baktığında Rick'in girişte dikildiğini gördü.

José'nin aksine Rick oldukça sinirli görünüyordu. Sürmeli gözlerini adama dikmiş dişlerini göstererek hırlıyordu. Genç kadının kalbi korkuyla doldu. Kaplanını daha önce hiç böyle görmemişti.

"Rick," dedi yerinden doğrularak. "Sakin ol oğlum."

Ancak kaplan onu dinlemiyordu. Mağaraya doğru tehditkar bir adım attı. Kuyruğu bir sopa gibi dikilmişti. Kadın yutkunarak ayağa kalktı ve kaplana doğru bir adım attı. "Rick. Orada dur dedim."

Genç kadının sözleriyle beraber kaplan acı dolu bir ses çıkardı. Birkaç kez daha inledikten sonra arkasını dönerek mağaradan koşarak uzaklaştı. Onun bu kısa süreli saldırısı peri üzerinde büyük bir şok yaratsa da José pek etkilenmiş görünmüyordu. Omzunu duvara dayayıp uzun bacaklarını uzatmıştı ve gözleriyle mağara girişine bakmaya devam ediyordu.

"Sorun ne?" dedi kadın yavaşça ona yaklaşarak. José iç çekti ama cevap vermedi.

Kadın biraz yosunu eline alarak genç adamın yanına geçti. Kanlı gömleği hâlâ üstündeydi. Kırmızıya boyanmış kumaşı eliyle sıyırarak biraz yosunu sırtına koydu. Ama gömleğin işi gerçekten bitmiş durumdaydı. Eliyle adamın omzunu dürtükledi. "Gömleğini çıkarmamız gerekecek."

"Çıkar o zaman." José'nin sesi uykulu geliyordu. Peri, yaptığının yanlış olduğunu hissederek ama bilmeyerek arsızca gömleği çıkardı. İçinden bir ses bakmaması ve sadece işi yapmasını söylüyordu ama geniş omuzlarının aşağısını görmek istiyordu. Acaba tüm bedeni sırtı kadar güçlü müydü? Öğrenmek istiyordu ama yapmadı. Islak otları bir kenara bırakarak elbisesinin eteğinden uzun bir parça yırttı. Ardından yosunları sırtına koyarak kumaşla sardı. Elbisesi oldukça kısalmıştı ve kış yaklaşıyordu. İnsanların kamplarına gidip arta kalan kumaşları alması gerekecekti.

José sanki düşüncelerini duymuş gibi omzunun üzerinden dönerek kızın pürüzsüz ve bembeyaz bacaklarına bir bakış attı. "Üşümüyor musun?"

Genç kadın onun nasıl bu kadar tepkisiz olabildiğini merak etti. Sadece konuşuyordu. Tek bir mimiği bile oynamıyordu. Yinede yerinde huzursuzca kıpırdanarak, "Alışkınım," dedi. Açıkçası José'den biraz çekiniyordu.

"Hafızam yerine geldiğinde," diyerek devam etti José. "Sen ve mağaran için birçok şey satın alacağım."

Bu sözleri çok duymuştu. Kurtardığı insanlar daima böyle söylüyordu. Minnettarlıklarını göstermek için ona birçok şey vereceklerini söylüyorlardı ama genç kadın kurtardığı birini bir daha görmüyordu. İnsanlar sadece konuşuyordu. Onun duygularını kimse önemsemiyordu.

Bunun acısıyla gülümsedi. "İnanasım gelmiyor." Derin bir nefes alarak yerinden kalkmaya yeltendi, ama José onun bileğini tutarak gitmesini engelledi.

"Gerçekten," dedi adam büyük bir ciddiyetle. Ah Tanrı aşkına. Ne kadarda ciddiydi böyle! Genç kadın onu güldürmek istiyordu.

"Bence bir an önce hafızanı kazanmaya bak," dedi gülümseyerek. Bileğini çekerek ayağa kalktı ve ellerini yıkamak için mağaranın ucuna gitti. José onu gözleriyle takip edince şaşırtıcı bir şeyi fark etti. Mağaranın bir kısmı hafifçe içe göçmüştü ve anlam veremediği zincirler duvardan sarkıyordu.

"Bunlar ne?" diye sordu işaret parmağıyla zincirleri göstererek. Peri onun gösterdiği yere bakınca omuzlarına kadar kızardı.

"Hiç-hiçbir şey." Zincirleri çıplak ayaklarıyla itekledikten sonra ellerini yıkamaya başladı. Ama José onlarla ne yaptığını merak ediyordu.

"Deli falan mısın?" diye sordu kızı baştan aşağı süzerek. Yaşadığı medeniyetten uzak bu mağara, konuştuğu hayvanlar, evcil kaplanı ve dualar. Şimdide bu zincirler. Gerçekten deli falan olmalıydı. Doğru ya. Hiçbir şey hatırlamasa da bu şeylerin tuhaf olduğunu biliyordu.

Kadın cevap vermedi ama gözleri tedirgin bir şekilde zincirlere bakıyordu. Hayır hayır. Şimdi bunu düşünmemeliydi. José'yle ilgilenmekten onları saklayamamıştı bile. Adam uyuduğu an ilk iş orası için büyük bir yaprak bulmaktı.

Ellerini yıkamayı bitirince derin bir nefes alarak gülümsedi. Ardından genç adama döndü. "Acıktın mı?"

Ancak José cevap vermedi. Konuşmayı sevmiyordu. Ürkütücü gözlerini periye dikerek öylece bakmayı sürdürdü. Genç kadın titrek bir nefes verdi. Az önce sorduğu soruyu yineledi. "Sorun ne?"

"İsim düşünüyordum." Ah cidden! Görünüşe bakılırsa gerçekten de isim düşünüyordu! Dudaklarını birbirine bastırarak nihayet bakışlarını genç kadına çevirdi. "Buradan bakınca şeytana benziyorsun," dedi başını yana eğerek. "Gören herkesi günaha sürükleyebilecek bir güzelliğin var."

Bu iltifat mıydı değil miydi bilmiyordu kadın. Gözlerini kırpıştırarak bir süre öylece José'ye baktı. Teşekkür etmeli miydi? Sözlerinin anlamını düşünecek vakti yoktu. Aptallığı bir kez daha onda kendini boğazlama isteği uyandırdı.

"Aera," dedi José nihayet bulmuş gibi. Gözlerini yavaşça kapatarak başını duvara yasladı. "Sana tamamen uygun."

"Neden isim konusuna takıldın?" diye atıldı genç kadın.

Genç adam gözlerini hafifçe araladı. "Sana ne diye sesleneceğim?"

İşte rezil olmuştu. İsimsiz, kimliksiz, ölüp gitse kimsenin haberinin olmayacağı biriydi o. Ve az önce ne kadar gereksiz bir insan olduğunu José'ye kanıtlamıştı. Aslında bunu neden umursadığını bilmiyordu. Belkide hayatında ilk defa böylesine yakışıklı ve iri bir adam gördüğündendi, bilemiyordu. Ama elinin ayağına dolanması ve ufak tefek şeyleri bile önemsemesi hiç alışık olmadığı şeylerdi.

Aera, diye geçirdi içinden. Aera.  

Hoş bir tınısı vardı. Ve biri ilk kez ona bir isimle seslendiği için heyecandan kalbi küt küt atıyordu. Artık o da biriydi. Onunda bir adı vardı. Mutluluktan öleceğini düşündü.

Ama düşündüklerini nazik bir gülümsemenin ardına sakladı. Kötü bir düşünce de olsa José'nin yaralarının iyileşmesini istemiyordu. İyileştiği an arkasına bakmadan gidecekti. Güzel periyi bir isim ve yalnızlıkla bırakarak...

Aklınızdaki sorular yavaş yavaş cevap bulacak. :D Yorumlarınızı bekliyoruum :D 

AeraWhere stories live. Discover now