Bölüm 41 / Saç Örgüsü

31.2K 1.9K 228
                                    

Aera hizmetçilerin uzun süre sonra onunla konuşmalarına şaşırdı. Hatta banyo yaptırıldı, giydirildi ve bir şeye hazırlandı. Aera tüm bunlar olurken kızların arada bir ortadan kaybolduklarını, geri döndüklerindeyse gözlerinin ıslak olduğunu görmüştü. Nedenini anlayamasa da belki José'den azar yemişlerdir diye düşünerek umursamadı.

Siyah, dantel kadifeden yapılmış bir elbise giymişti. Saçlarını yine kimseye dokundurtmadan kendisi ördü. Boynuna José'nin ona aldığı güzel elmas kolyelerden birini taktı ve odadan çıktı. Hizmetçiler arkasından ikişerli sıra halinde onu izliyorlardı. Aera'nın önünde de dört hizmetçi vardı. Beraber José'nin çalışma odasına kadar yürüdüler. Kızlar koridorda kalarak gizlice ağlaşıyorlar, çaktırmadan gözlerini siliyorlardı. En sonunda Aera kaşlarını çatarak Carmen'e döndü.

"Siz neden ağlıyorsunuz?" diye sordu. Carmen yutkunurken ağlamamak için kendini zor tutuyor gibi görünüyordu.

"Bir-bir tanıdığımız öldü de," dedi Carmen başını eğerek. "Kusura bakmayın. Sizinde moralinizi bozduk." Sözcükleri fısıltıdan öteye gidememişti. Aera'nın gözleri kocaman açıldı.

"Kim? Kim öldü? Tanrım, ailesine geçmiş olsun dileklerimi iletin." Kapıya doğru korkak bir bakış attı. "José beni bekliyor. Çıktığımda daha detaylı konuşuruz." Eteklerini tutarak kapıyı tıklattı ve bir saniye sonra kapı gürültüyle açıldı. Aera içeri ilk adımını attığı anda ortamdaki gerilimi hissetmişti.

Birkaç adım daha attı. Odada José dışında birçok kişi vardı. Aera, yedi kişi saydı. Hepsini tanıyordu. Büyük amiral, komutan, general ve iki mareşal. Hepsi normal askerler gibi giyinip kuşanmışlardı. Ayrıca William Jones da oradaydı. Bir asker gibi giyinmiş ve kılıç kuşanmıştı. Nazik bir selamla eğilirken bacakları titriyordu. José'nin ona söyleyeceği şeyi ölümüne merak ediyordu.

Nefes almaya çalışarak odanın ortasına kadar ilerledi. Odaya fazladan getirilen koltuklar tamamen dolmuştu altı kişiyle. José ise tuhaf bir şekilde farklı bir tahtta oturuyordu. Aera onun eski tahtına ne olduğunu merak etti. Ayrıca masası da değişmişti!

José çok... farklı görünüyordu. Afallamış, yorgun ve çökmüş. Aera onu hiç böyle görmemişti. Adam boşluğa bakar gibi bakıyor, tepkisizliğini koruyordu.

Aera fısıltıdan öteye geçmeyen bir sesle, "Konu nedir efendim?" dedi. Rütbeli vampirler yerlerinde kıpırdanarak gözlerini José'ye diktiler. Aera eteklerini sıktı. Elleri terliyordu ve az sonra bacaklarının titremesinden dolayı düşecekti.

José tahtında arkasına yaslandı. Başını hafifçe geriye atarak gözlerini Aera'ya dikti. "Nasılsın?"

Bu soru Aera'nın en son beklediği şeydi. Bir anda eteklerini bıraktı. Kalbi heyecanla çarpıyordu. "Kötü. Çok kötüyüm. Siz?" Resmi konuşmaya dikkat ediyordu. Bu kadar kişi arasında ona saygısızlık edemezdi. Özellikle son olanlardan sonra.

José yutkunduktan sonra boş masadaki tek eşya olan şarap kadehini eline aldı. Acele etmeden tüketti içindekini. Boş bardağı yerine koyduktan sonra yerinde doğruldu. Kollarını tahtın kenarlarına koyarken bir şeye hazırlanıyor gibiydi. Az önceki çökmüş halinden eser kalmayarak buz kadar soğuk bakan birine dönüştü.

"İyiyim," dedi sıradan bir sesle. "Sana bir Kraliyet Kararı'nı bildirmek için buraya çağırdım."

"Kraliyet Kararı mı?" derken Aera'nın sesi meraklanmış gibiydi. "O ne demek?"

José bakışlarını bir an için Aera'nın bedeninde gezdirdi. Ama Aera bunu fark etmişti. José boş bardakla oynamaya başlayarak, "Kralın şahsi emri demek," diye açıkladı. "İtiraz edilemez. Sorgulanamaz. Sadece uyarsın."

Aera iyice meraklandı. José'nin neyden bahsettiği hakkında hiçbir fikri yoktu.

Kral yerinden kalkınca odadaki altı kişi de kalktılar. Aera yan gözle baktığında William Jones'un kendisine dolu gözlerle baktığını gördü. Aera şaşkınlıkla duraksadı. William Jones bile ağlıyor muydu? Acaba Carmen ve diğer kızların ağlama sebebi yüzünden olabilir miydi? Belki de ölen kişi saraydan biriydi. José'nin söze başlamasıyla dikkatini yeniden karşısındaki krala yöneltti.

"Ben, Güney Cali'nin bin yıllık kralı olan José," durup birkaç saniye bekledi. Şarap bardağını hızla kavradı ve elinde sıkmaya başladı. Aera onun bu tavırlarını kafa karışıklığı, merak ve korkuyla izledi. José, cümlesine devam etti. "Sen, Şifa Perisi Aera'yı, Batı Cali'ye sonsuza kadar sürgün ediyorum." José'nin gözleri hızla kapandı ve arkasına döndü.

Aera bekledi. Nefes alabilmeyi başardığında bu seferde olanları idrak etmeye çalıştı. Hayır, doğru duymuş olamazdı. Mümkün değildi.

"Hayır," diye fısıldadı önce. Konuşabildiğini fark edince biraz daha yüksek sesle konuştu. "Hayır!" Masaya doğru atılmak istedi ama biri tarafından kolları tutuldu. "Hayır!" diye çığlık attı. "Hayır José, Hayır!"

Çığlıkları tüm sarayı inletti. Kızların ağlama sesleri Aera'nınkilere karıştı. William Jones Aera'yı kollarından tutmuştu ama sıkmıyordu. Canını acıtmak istemiyordu. 

Aera çırpınmaya devam ederken bir yandan bağırıyordu. "Yüzüme bak José! Beni göndermek istemiyorsun! Gidersem ölürüm, biliyorsun!" Gözyaşları tüm yüzünü ıslatmıştı. Bağırmaktan boğazı acıyordu ve William Jones'la boğuşmak onu yormuştu. En sonunda askere rastgele bir tekme sallamak zorunda kaldı. William Jones hayalarına gelen tekmeyle bir an irkilerek geri çekildi ama bu bile Aera için yeterliydi. Adamın belinden kılıcı kaptığı an odadaki tüm vampirler kaskatı kesildi. José ise arkası dönük olduğu için olanları göremiyordu. 

William Jones geri çekilerek, "Efendim!" diye seslendi. José hızla tekrar odadakilere döndüğünde Aera'yı elinde kılıçla görmek en son beklediği şeydi!

"Ne yapıyorsun?" diye öfkeyle sordu kral. Aera'nın kılıcı tutan eli titriyordu. 

"Neyimi istemiyorsun?" Aera çıldırmış gibi konuşuyordu. Hatta ne söylediğinin farkında değil gibiydi. "Neyimi beğenmiyorsun? Güzel değil miyim? Kilo mu aldım? Söyle!"

José gözlerini kırpıştırdı. "Neyini mi beğenmiyorum?" Haykırmak istiyordu. Her şeyine bayılıyorum, demek istedi. Gördüğüm en güzel şeysin. Kirpiklerine kadar mükemmelsin, demek istedi. Ama bunun yerine gözlerini kadının üzerinde gezdirerek ilk gözüne çarpan şeyi söyledi. "Saçlarını." Oysaki saçları, Aera'nın en güzel yeriydi.

Her şey bir anda oldu. Aera dizleri üstüne düştü. Islak yüzünü José'ye doğru kaldırdı ve gözyaşlarıyla bulanıklaşmış mavi gözlerini José'ninkilere dikti. Aera'nın boştaki eli arkasına uzandı ve saç örgüsünü öne çekti. Örgüsü o kadar uzundu ki yerde sürünüyordu. Kadın, kılıcı kaldırdı ve gözlerini bir an olsun kraldan ayırmayarak örgüsünü kesebildiği kadar yukardan kesti.

Uzun, halat kalınlığındaki parlak sarı örgü yere düştü. Aera kılıcı bir yere attı. Saçları omuzlarına zar zor geliyordu.

"Mutlu musun?" diye fısıldadı. "Bunu en başından söyleyebilirdin. Artık beni göndermene gerek yok değil mi?" José cevap vermeyince bağırdı. "Değil mi? Gitmiyorum değil mi?" 

José onu duymuyordu bile. Kahverengi gözleri yerdeki saça odaklanmıştı. Ani bir öfkeyle yumruk olan ellerini masaya geçirdi. Yeni masasını da böylelikle kırmış oldu. Öfkeliydi. Aera'yı bu duruma düşürdüğü için kendine, Francis'e ve diğer her şeye.

"Götürün," dedi tıslar gibi. "Aera'yı götürün. Birkaç saate yola çıkmış olsun."

Odaya giren iki asker Aera'yı kollarından tutarak kaldırdılar. Aera çırpınmaya başladı ama bu William'a karşı çırpınmak gibi değildi. "Hayır!" diye çığlık attı. "Gitmeyeceğim! Bırakın beni!" Havaya tekmeler savuruyor, kısa saçlarının yüzüne yapışmasından dolayı önünü göremiyordu. "Bırakın!" diye çığlık attı tekrar. Boğazı çok acıyordu. Odadan zorla çıkartılırken ardında şaşkın bir grup vampir, kaskatı kesilmiş bir kral ve parlak, sarı bir saç örgüsü bıraktı...

Yorumlarınızı bekliyoruuum ^^

AeraWhere stories live. Discover now