Bölüm 47 / Karşılaşma

32.2K 2K 158
                                    

Aera elindeki su testilerini toprağın üzerine bıraktı. Derin bir nefes alarak önündeki göle bakarken suyun son gelişinden sonra biraz kirlendiğini gördü.

Jane ve Jace hasta olmuyordu ama yine de Aera onları sağlıklı büyütmek istiyordu. Çocukları yarı peri yarı vampir olduğu için doğrusu mutluydu. Aera onlara nadiren kan verse de özellikle Jace kana düşkündü. Yine de bu, doğal su kaynaklarından beslenmelerini engelleyemezdi.

Kollarını sıvayarak testilerden birini kaptı ve sudan yüksek bir yere yüzüstü uzandı. Testiyi aşağı uzatarak dolmasını beklerken bir yandan düşünüyordu.

Symon önceki gece geri dönmüş ve yeniden geleceğine söz vermişti. Gitmesinin sebebi yanında Aera ve çocukların yolculuk yapmasına yetecek kadar erzak olmamasıydı. Aera onun çabuk dönmesini umut etti. Artık Jane ve Jace'in mutlu ve rahat bir yaşam sürmesini istiyordu. Eğer ailesi onu gerçekten özlediyse, çocuklarını sorgusuz kabul eder ve melez olduklarını umursamadan kalmalarına izin verirdi.

Yinede kadın buna pek sevinemiyordu. Evet nihayet ailesine kavuşacaktı ama... Çocuklarının başında bir baba olmasını isterdi. José'yi istiyordu. Beraber mutlu bir yuva kurmak istiyordu ama bu saatten sonra bu mümkün değildi. Zaten José asla onları kabul etmezdi.

Testiyi yukarı çekerek çıktığı yerden indi ve boş testiyi alarak aynı yerine geri döndü. Tekrar doldurmaya başladı. Adrian yüzünden çektiği fakir hayat nihayet burada son buluyordu demek ki. Kuzey Cali kralının yıllar önce ona yaptığı teklifi asla kabul etmemişti Aera. Kanını bağışlamayı reddetmiş, bu yüzden kırsal bir köyde yaşamaya başlamıştı. Adrian ona tek bir kuruş bile yardım yapmadığı gibi, kadını tamamen görmezden gelerek iki çocuğuyla ortada bırakmıştı.

Aera onu suçlayamazdı elbette. Karşılıksız olarak kadına niye baksındı ki? Aera kanını bağışlasaydı belkide şu an kraliçeler gibi yaşıyor olabilirdi. Ama kanının Adrian'ın eline geçmesi demek, diğer krallıkların yok olması demekti. Adrian kanından aldığı gücü sonuna kadar kullanırdı.

Testiyi tekrar yukarı çekti ve yerinden kalktı. Ancak ıslanan tepe, ayağının kaymasına sebep oldu. Testi kadının elinden fırladı ve Aera düşmeyi bekledi. O kulak tırmalayan çığlık muhtemelen kendinden çıkmıştı. Ama düşmedi. Aera biri tarafından tutulmuştu.

Ne zaman kapattığını bilmediği gözlerini açarak kendine gelmeye çalıştı. Ayakları yere basıyordu zaten ama onu tutan kişi bırakmamakta ısrar ediyor gibiydi. 

"Siz-siz de kimsiniz?" diye bağırmaya çalışsa da sesi boğuk çıkmıştı. Nefes almakta zorlanıyordu. Çırpınmaya başlasa da nafileydi.

Esen soğuk rüzgar, tanıdık bir koku getirdi kadının burnuna. Aera'nın iri mavi gözleri, bu sefer şaşkınlık, korku, üzüntü ve daha nice duyguyla doldu. Bu sefer nefes alamamasının sebebi, kokunun kime ait olduğunu anlaması yüzündendi.

"Sensin," diye fısıldadı onu sıkıca tutmaya devam eden adam. Burnuyla saçlarını karıştırdığını hissetti Aera. Titremeye başlayan bedeni, soğuk hava yüzünden değildi kesinlikle. Adam bir kez daha fısıldadı kulağına. "Aera."

Aera belki şimdiye kadar yanlış anlamış olabilirdi, ama bu tonu biliyordu. İsmini sadece tek bir kişi böylesine güzel söyleyebiliyordu. 

Boğazına oturan yumruyu yutkunarak gidermeye çalışsa da işe yaramadı. Çırpınmaya başladı tekrar ama bu sefer hareketleri cılız ve isteksizdi.

"Bırak beni," diye fısıldadı zar zor ama duyulup duyulmadığından emin değildi. Daha yüksek bir sesle, "Bırak beni José," dedi.

José başını iki yana sallayarak yüzünü altın sarısı saçlara daha fazla gömdü. Kolları dokuz yılın ardından tekrar dolmuştu. Eğer bir insan olsaydı, kalp krizinden öleceğine yemin ederdi. Kadının tatlı egzotik kokusunu almayalı, sarı saçlarına dokunmayalı yıllar olmuştu.

Dakikalar geçti. Belkide saatler. O kadar uzun süre öyle kalmışlardı ki Aera'nın bacakları ağrıyordu. José nihayet onu bıraktı. Buna sebep olan şey bir öksürüktü.

Aera dönüp baktığında William Jones'u gördü. Asker, büyülü bir gülümsemeyle ona bakıyordu. Ama Aera'nın ilgisini sadece birkaç saniyeliğine çekebilmişti. Kadının kocaman olmuş gözleri hemen José'ye döndü.

"Beni nasıl buldun?" diye sordu şaşkınca. Kalbi öyle hızlı atıyordu ki her an göğüs kafesinden çıkıp José'nin karnına çarpabilirdi!

"Asıl sen beni niye bulmadın?" José birden hiddetlenerek kadını iki kolundan tuttu. "Beni bulmalıydın! Sonsuza kadar böyle mi yaşayacaktın be kadın!"

"Bana yaptığın onca şeyden sonra seni mi bulsaydım? Bir de utanmadan peşimden çıkıp geldin! Sırf-sırf..." çocuklarımızı öldürmek için diyemedi. 

José Aera'nın her kelimesiyle daha da geriliyordu. "Peki kendini düşünmedin, evlatlarını da mı hiç aklına getirmedin? Onların böyle yaşamasından zevk mi alıyorsun?"

Kadının güçlü tokadı, José'nin yanağında patladı. Adamın başı sadece bir santim kaymıştı, o da şaşkınlığından dolayıydı. Asıl Aera'nın eli acıyordu.

"Düzgün konuş," diye tısladı Aera. "Sen krallığında keyfini sürerken, ben burada onlar için savaşıyordum! Sen orada kadınlarınla sıcacık yatağında kendini kaybederken biz soğuk betonların üzerinde donmamak için dua ediyorduk! Sen... Sen ne anlarsın ki? Ben bir anneyim, anne!" Son cümlesini söylerken eliyle kendi göğsüne vurmuştu birkaç kez. Kendiyle gurur duyuyordu. Aklına gelen şeyle öfkesi kat kat arttı. "Bir de karşıma geçip ilgili baba taklidi yapma! Onları bulmana izin vermeyeceğim. Onları öldüremeyeceksin." Hızla José'nin yanından geçip gitmek istedi ama adamın eli bir mengane gibi Aera'nın kolunu kavradı.

"Ne dedin sen?" dedi José. "Ne öldürmesi? Aklını mı kaybettin, kendi çocuklarımı niye öldürmek isteyeyim?"

Aera alaycı bir ses çıkararak kolunu çekti ama tabii ki kurtaramadı. "Bir de bilmiyormuş numarası yapma! Adrian her şeyi anlattı bana. Onları öldürmek için taa buralara kadar gelmişsin yıllar önce."

"Adrian sana ne anlattı?" Bu sefer José'nin sesi, bir ipek gibi yumuşacıktı. Sıktığı kolu daha nazikçe kavrayarak Aera'yı yeniden önüne çekti.

Onun aniden yumuşaması, Aera'nın aklına eski günleri getirdi. Dolu gözlerini başka bir yere çevirdi. "Konuşmak istemiyorum. İzin ver gideyim."

Şimdiye kadar söyledikleri aklındakilerin çeyreği bile olamazdı. Yıllardır biriktirdiği o kadar çok şey vardı ki. José kadının yüzüne bir an baktıktan sonra istemeye istemeye bıraktı onu. 

Aera William Jones'un orada olduğunu unutmuş gibi onu görünce irkildi. Ardından gülümsemeye çalıştı. William da ona buruk bir gülümseme gönderdi. Kadın ormanın içinde kaybolurken, José ve William yalnızca izlemekle yetindi.

Aklınızda sorular olduğunu biliyorum ama yavaş yavaş açıklayacağım onları :D Unutmazsam tabii :D:D

Yorumlarınızı bekliyoruum, iyi gecelerrr ^^

 

AeraWhere stories live. Discover now