Ertesi sabah Aera, mağarasının dışındaki gürültüler yüzünden uyandı. Uyku sersemi hâli mağaranın girişinde dikilmekte olan kaplanını gördüğü an yok oldu. Çünkü Rick dışarıya doğru hırlıyordu ve saldırı pozisyonu almıştı.
Yerinden öyle bir hızla kalktı ki başı döndü ve sendeledi. Onun tam uyanamamış olduğunu fark eden José ise uzandığı yerden saliseler içinde kalkmış, genç kadını düşmemesi için belinden yakalamıştı. José'nin teni buz gibiydi ve önceki günlere göre bembeyazdı. Ayrıca yattığı yerden kalkıp kadının yanına gelmesi en az bir dakikasını alırdı ama Aera tüm bu olağanüstülükleri fark edemedi. Hızla genç adamın elinden kurtularak girişe koştu ancak José kadının yumuşak ve sıcak vücuduna temas etmiş ellerine bakıyordu.
Aera, nefes nefese dışarıya baktı. Yaklaşık yüz tane erkek vardı karşısında. Çoğu yarıçıplaktı ve tenleri parlıyordu. Hepsi iri yarı erkeklerdi. Her birinin gözlerindeki ifade her an katliam yaratacak bir katilinkiler gibiydi. Ancak Aera vücudunu dikleştirerek Rick'in yanında dikilmeye başladı. Kaplan onu görünce sakinleşir gibi oldu. Vampir oldukları her hâllerinden belliydi ama Aera birazcık bile korkmadı.
Öncü olduğu belli olan ve tamamen giyinik nadir vampirlerden olan sarışın bir adam öne çıktı. Aralarında yaklaşık on metre vardı. "Hey sen!" diye seslendi gür sesiyle. "Tanrı aşkına hem mağarada yaşıyor hem altın sarısı ipek kumaşlara sarınıyor!"
Aera bir adımını dışarıya attı. Az önce mağaranın karanlığı onu gizlemişti ancak şimdi tüm güzelliği gözler önündeydi. Beline gelen altın sarısı parlak saçları, dizlerine bile gelmeyen yırtık ve kirli beyaz elbisesi ve çıplak ayaklarıyla tamamen Aera'ydı şimdi. Kendini yüz vampirin önüne böylesine sunmuştu. Ancak görgü ve ahlaktan yoksun olduğu için çok az utanmıştı.
Gördüğü şeyin ipek kumaş yerine saç olduğunu anlayan komutan Arnold karşısındaki varlığı süzünce donakaldı. Onu takip eden yüz askerde aynı şekildeydi. Ormana bir sessizlik çökmüştü. Aera, iki yüz gözün tamamen ona baktığını düşününce kızarmayı akıl edebildi.
Sessizliği bozan mağaranın içinden gelen adım sesleriydi. İri yarı ve neredeyse kadının iki katı olan bir erkek bedeni belirdi. Aera'nın tam arkasında durarak kalabalığa bir göz attı ancak adamları tamamen genç kadına odaklanmıştı. Efendilerini bile fark etmemişlerdi.
José, elini genç kadının omzuna koyarak onu karanlığa geri çekti ve kendi ileri çıktı. Onun geldiğini yeni fark eden askerler hızla düzene girerek selam verdiler. Kendine hâlâ gelememiş komutan Arnold ise boğazını temizledi. "Bu... Kadın da kim?"
Asker William Jones yüzünde eğlenen bir ifadeyle Arnold'ın yanına geldi. Genç kadının büyüsüne kapılmayan tek kişiydi ve diğerlerinin bu hâli onu oldukça eğlendirmişti. Sanki kibar biriymiş gibi mağaranın önünde saygıyla eğildi. Ardından aynı yaramaz gülümseme ile, "Hayatımda ilk kez bir mucizeye tanık oluyorum," dedi parlak mavi gözleriyle doğrudan gölgedeki kadına bakarak. "Kabalığımızı bağışlayın, Sayın Mucize."
Ancak bu konuşmaları tamamen yanlış anlayan bir kişi vardı. Aera.
Hızla mağaranın içine gitti ve kalın bir dal parçasıyla geri döndü. Kendini José'nin önüne atarak savaş pozisyonu aldı. "Bu ne cüret!" dedi öfkeyle. "Sizi hainler! Bu zavallı adamı pis ellerinizden uzak tutmak için her şeyi yapacağım!" Gürleyerek söylediği sözlerin ardından hızla yumuşayarak omzunun arkasından José'ye baktı. "Korkma. Seni almaları için cesedimi çiğnemeleri gerek!"
José'nin karanlık surat ifadesini göremeden hızla önüne döndü ve sopasını sallamaya başladı. "Dişlerinin sökülmesini isteyenler sıraya geçebilir!"
Askerler emir almış gibi üçerli sıraya geçtiklerinde Aera gözlerini kırpıştırarak duruşunu bozdu. "Bu da ne böyle?"
José'nin arkasından uzanıp sopasını elinden almasıyla irkildi. Erkeğin gözlerinde daha önce görmediği duygular vardı.
José, sopayı yere atınca Rick hırlayarak ona döndü ancak José keskin bakışlarını kaplanın gözlerine dikti. Devasa kaplan acı dolu sesler çıkararak hızla ormanın içinde gözden kayboldu.
Aera hiçbir şey anlamayarak genç adama bakmaya devam ediyordu. Onun katil vampirlerden biri olduğunu düşünüyordu ama hayır, bunu aklına getirmemeliydi. Bir vampiri kurtarmış olamazdı.
José işaret parmağını genç kadının şah damarının üstüne koyunca Aera için zaman durdu. Nefes almayı bıraktı ve kaskatı kesildi. Tenine değen parmak bir buz kadar soğuktu. Korkuyla irileşen gözleri José'nin gözlerinin içine bakıyordu.
Genç adam, perinin üzerine doğru bir adım atarak ona tepeden bakmaya başladı. "Az önceki cesaretin kaplanınla beraber gitmiş olmalı," dedi soğuk bir sesle. "Öyle mi, tatlı Aera?"
Aera iki eliyle birden adamın bileğini tuttu. Ona dokunmak bile üşümesine sebep oluyordu. "Sen..." dedi ancak devamını getiremedi. Gözlerinin nedensizce dolduğunu hissediyordu. Yutkundu. José'nin gözleri genç kadının boynuna kilitlendi. "Bu nasıl bir şaka?" diye fısıldadı Aera. Askerlerin hâlâ orada olduğunu unutmuş gibiydi.
"Ne kadar ironik öyle değil mi?" Genç adamın nefesi de buz gibiydi. "Sen yaşam veriyorsun. Ben ise alıyorum. Kimi kurtardığının farkındasın öyle değil mi?"
William Jones dirseğiyle Arnold'ı dürttü. "Bu kadar uzun cümleler kurabildiğini bilmezdim."
José onu duymuştu ama umursamadı. Perinin elleri yavaşça güçsüzleşmeye başladı. Dizleri tutmuyordu. José onu kolundan yakaladı. Ardından tek hamlede kucağına aldı. "Jones!"
William Jones üç askerle birlikte hızla mağaraya girdi ancak genç kadına ait tek bulabildikleri kumaş parçaları, otlar ve birkaç çanak çömlekten ibaretti. Ancak kenarda başka bir taşın üstüne özenle konulmuş süslü bir tarak vardı. Jones tarağı eline almak için eğilince zincirleri fark etti. Omzunun üzerinden liderine bakınca onları rahatsız etmemenin daha doğru olduğunu düşünerek zincirleri kafasının bir kenarına attı.
"Burası bomboş bir baraka," dedi tek bir tarakla mağaradan dışarı çıkarken. Askerleri peşi sıra yürürken başını iki yana sallayarak sırıttı. Ardından tarağı sıkıca tutmaya devam ederek diğerlerinin yanında tekrar sıraya girdi.
Aera'nın baygın bedenini taşıyan José Jones'un önüne gelerek durdu. Yere saçılmış uzun sarı saçı göstererek, "Şunları topla, ayaklarıma dolanıyor," dedi.
Jones sırıtmasını koruyarak sarı ipeğe benzeyen saçları topladı ve genç kadının kucağına nazikçe koydu. "Bir mağara kadının nasıl böyle saçları olabilir aklım almıyor," dedi.
José onu umursamadığını açıkça belli ederek yüksek bir yere çıktı. Aera'yı bir zafermiş gibi kaldırırken yüzünde belli bellirsiz bir gülümseme vardı. "Şifa perisi!" diye bağırdı genç kadını dahada yükseğe kaldırırken. Kollarının yettiğince yukarı kaldırdığında oldukça rahat görünüyordu. Sanki bir çakıl taşını tutuyor gibi görünüyordu. Askerler hep bir ağızdan bağırmaya ve tezahürat etmeye başladılar. Bunların en başında kralının çok büyük bir hayranı olan William Jones geliyordu tabii ki. Elindeki tarağı şevkle sallıyor ve bağırıyordu.
"Zaferi görebiliyorum," derken askerin şefkatli güzel gözleri baygın kadındaydı.
Yorumlarınızı esirgemeyin lütfeen :D
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aera
VampireDünyada minimuma inen insan sayısı beş vampir krallığını büyük bir kriz ve kuraklığa sürüklemiştir. Artık krallar daha vahşi ve kontrol edilemez durumdadırlar. Kral José ise diğerlerinin bilmediği gizli bir silaha sahiptir. Ormanda yaşayan güzeller...