#Wattys2018longlist
05/01/2018 Bilim kurgu #1
Dünya tamamen değişmişti.
Savaşlar, kaos, atom bombaları insan soyunu neredeyse tüketmiş ve dünyayı yüzyıllar öncesine kadar geriletmişti. Bu yüzden dünya savaşmak yerine barışıp soylarını korumaya ka...
Ups! Gambar ini tidak mengikuti Pedoman Konten kami. Untuk melanjutkan publikasi, hapuslah gambar ini atau unggah gambar lain.
Korkular insana hiç yapamayacağı şeyler yaptırır. Hayatı boyunca cesaret edemeyeceği eylemleri gerçekleştirmesini sağlar, tıpkı bana yaptırdığı gibi. Alex'i kaybetme korkusu tüm Krallıklara savaş açmama sebep olmuştu ve Tanrı biliyor ya onun için hepsiyle tek tek savaşırdım.
Alex'i arkamda bırakalı neredeyse bir buçuk saat oluyordu. Eric ile uzun bir yürüyüşün ardından ilk gizli geçide kadar gelmiştik. İkimizde gizli geçidin sağlamlığından şüpheliydik ama başka seçeneğimizde yoktu. Yer yer dökülmüş olsa da içi hala geçilebilecek kadar geniş ve sağlamdı. Sessiz ve dikkatli adımlarla neredeyse bir km olan gizli geçitten geçtik. Geçidin sonunda ise nereye açılacağını bilmediğimiz için korkuyla birkaç dakika beklemiş ve sonunda cesaret tohumlarını içip dışarı çıkmıştık. İlk geçidin çıkışı, tıpkı başlangıcı gibi küçük bir mağaranın içindeydi. Mağara o kadar küçüktü ki çıkmak için dizlerimizin üzerinde yürümek zorunda kalmıştık.
Dışarı çıktığımızda yaptığımız ilk şey dizlerimize bulaşan toprakla, saçlarımıza yapışan örümcek ağlarını temizlemek olmuştu. Ama mutluyduk, ilk geçit bizi hedefimize daha da yaklaştırmıştı. Bundan sonra ise bir geçit daha vardı. O bizi hedefin kaynağına götürecekti. Yarım saatlik yürüyüşün ve geçidin girişini arayışımızdan sonra nihayet son geçide ulaşmış ve aynı korkuları barındıran düşüncelerimizle beraber geçide girmiştik. Bulmak o kadar zor olmamıştı, saat beş olmasına rağmen hava neredeyse aydınlanmıştı bu yolumuzu görmemizi sağlıyordu. Bununla beraber Eric buraları avucunun içi gibi biliyordu.
İşin garip tarafı şu zamana dek bir tane bile devriye görmemiştik, bu biraz garip gelmişti doğrusu. Kızıl bitkinin merkezi burasıydı, neden korumuyorlardı?
''Tutar mısın şunu?'' Eric meş'alesini bana uzatınca ikiletmeden elime aldım. Hızla çantasına uzanıp benim çizdiğim haritayı çıkardı ve biraz inceledi. Kaşları çatılmış, dudakları ince ve düşünceli bir hal almıştı. Yavaşça katlayıp çantasına geri koydu, ardından meş'aleyi elimden alıp ''Çok az kaldı'' diyerek yürümeye devam etti.
Bu geçitte diğer geçit kadar geniş ve sağlamdı, sanki bir yüz yıl daha ayakta kalabilecekmiş gibi gözüküyordu. Bazı yerleri hafifçe çökmüş dahi olsa, hala dimdik ayaktaydı. Dikkatli adımlarla Eric'i takip ettim. Düşüncelerim o kadar karman çormandı ki, ne yapacağımı bilmez haldeydim. Bir yandan Alex'i ve hastalığını düşünürken, bir yandan da yakalanırsam ona ne olacağını düşünüyordum. Asla yakalanmamalıydım,buna mecburdum.
''Sanırım geldik'' Eric'in sesi düşüncelerimi bir köşeye itip kilitlemişti. Kafamı kaldırıp önümüzdeki toprak duvara baktım, yolun sonuna gelmiştik. Ardından elimde ki meş'aleyi duvarda gezdirip çıkış yolu aramaya başladım.
Tam önümüzde ki duvarda belli aralıklarla oyuklar vardı. Bu oyuklar yavaş yavaş yukarı doğru çıkıyordu. Onlarla birlikte meş'aleyi yukarı doğru sürükledim. Oyukların sonu tam tepemizde bitiyordu, yüksekliği neredeyse benim boyumun iki katıydı. Birkaç adım atıp yakından bakmaya çalıştım. Tavanla duvarın birleştiği yerde, tavan bu kısımda baya bir yükselmişti, çok küçük delikler vardı. Hemen Eric'e dönüp ''Hey baksana'' dedim, elimle oyukları işaret ediyordum.