Bölüm 6

20.9K 1.4K 484
                                    

  🌸  

İnsan bazen kaçıp gitmek istiyor. Kaybolmak, yok olmak istiyor. Vazgeçmek istiyor, en vazgeçemem dediğinden. Kendisine vazgeçebileceğini kanıtlamak istiyor. İnsan bazen var olmak istiyor ama bulunduğu noktaya sıkışıp kalıyor. Ne ileriye adım atabiliyor ne geriye dönebiliyor. İnsan kafasının içinde hiçbiri birbirine eş olmayan hislerle yaşıyor. Kalbindeki sesler dışarıdakileri susturuyor. İnsan bazen bulunmak istiyor, kaybolmak için koşarken. Bazen de kaybolmak istiyor, bulunabileceği yerlerde saklanırken. Kabul görmek istiyor ve anlaşılmak... Sevilmek istiyor en çok ama sevilmek istediği şekli de kendi belirlemek istiyor. Geçip karşısına birilerinin, sen beni tam şuramdan sev, böyle olsun, demek istiyor. Birilerine kalbini gösteriyor, birilerine iç organlarını teslim ediyor birilerine ise sadece tırnağının ucunu sunuyor.

Ben sevilmek istedim ama herkes tarafından değil. Beni hayatta bir avuç insan sevsin ama onlar da tam sevsin istedim; vazgeçmeden, kaçmadan, yorulmadan. Ben onları öyle sevdim. Tek birini sevemedim, beni sevsin istediklerimden... Yoktu çünkü. Sevmek için birinin yanında olması gerektiğinden değil de bilmek gerektiğinden. İnsan bilmediğini sevemiyor. Gözlerinin rengini biliyorum da nasıl bakar bilmiyorum, hiç bakmadı çünkü bana. Gülüşünü gördüğüm fotoğraflar var, bir yabancı gibi. Gibi... Ne ılımlı kelime... Dümdüz, bir yabancı. Fotoğraflarda bir kadın var, resmi kayıtlar ona anne diyor. Ben ise... Ben ona sadece beni dünyaya bırakan koza diyorum. Sanılmasın ki rengarenk kanatları olan bir kelebeğim. Ben kelebek değilim, kraliçe arıyım.

Şimdi, bu odada Ege'nin yeniden donuklaşan elalarına bin özür gücünde bakan yorgun kahverengilerim ile öylece dururken biliyordum. Beni en çok sevsin istediğim, en güzel sevsin istediğim, nasıl seveceğini en iyi bilenim oydu. Benim en çok sevdiğim, en güzel sevdiğim ama nasıl seveceğimi hep üstüme başıma bulaştırdığım da oydu.

"Fırtına!"

Ekin'in sesi Ege ile birbirlerine kilitlenen gözlerimizin odağına çarptığında ikimiz de salona doğru hızlı adımlarla yürüdük.

Ekin, salonun ortasına üzerine sabitlenmiş bakışların arasında elinde tuttuğu telefonla duruyordu.

"Geri dönmüş," dedi, huzursuz sesiyle. "Hani bu herif yurt dışından teklif almıştı?"

Ege'nin anında gerilen omuzlarını görmemle ikisinin arasına geçip Ekin'e baktım.

"Kim?" dedim, sadece.

"Nora, dur." dedi, yüzünü bana dönmeden.

Ekin elinde telefonla bir kapıya doğru bir bizim durduğumuz yere doğru yürürken Ege sinirle sol elini kaldırıp boynunu sıktı.

"Hay ben böyle işin..."

Ekin derin bir nefes alıp L koltuğun ucuna çöktüğünde boynunu elleri arasına alıp bakışlarını yere indirdi.

"Ekin," dedi Ege, keskin çıkan sesiyle.

Salonda herkes susmuş Ekin ve Ege'yi izliyordu. Sadece Çisil ve benim gözlerimde anlamayan bakışlar vardı. Sıla da en az Ekin kadar gergindi, sol dizini sallayıp duruyordu. Mert ise düşünceli bakışlarını Ege'nin üstünde tutuyordu.

"Bu kez bana bırakacaksın."

Ekin hızla yerinden kalktı. "Sen ben mi var? Gelecekse ikimize birden gelecek siktiğimin..."

Ekin sustuğunda Çisil'e baktı. Yabancılardan hoşlanmazdı, Çisil'i sevmişti ama bu ona güvendiği anlamına gelmiyordu.

"Ege..." dedi Ekin, sakinleşmeye çalışan bir hali vardı şu an fazlasıyla gergindi. "İzin ver babama haber vereyim."

İLKYAZDonde viven las historias. Descúbrelo ahora