Bonus 5

17K 990 244
                                    

● Aybars Atahan ●

Sol ayak bileğimi, sağ olanın üzerine yaslayıp cebimden çıkarttığım zipponun kapağıyla oynarken saatin 9. 45 olmasını bekliyordum.

Berrak muhtemelen 7.45'de uyanmıştı. Saatin tam olmasını beklerken 15 dakika yatakta oyalanmıştı, ardından kalkıp kendisine tek kişilik kahvaltısını hazırlamış ve televizyon karşısında acelesiz kahvaltısını yapmıştı... Saat 9.00'u gösterdiğinde ise tekrar odasına dönmüş, kıyafetlerini girerek gözlerini ve dudaklarını renklendirecek kadar makyaj yapmıştı... Çantasını hazırlamıştı ve evden çıkmasına henüz vakit kaldıysa da kendisine Türk kahvesi yapmış olmalıydı. 9.45'de evden çıkacak, durağa kadar yürüyecek ve 10.00'da geçecek olan otobüse binerek fakülteye gidecekti.

Pazartesi, Çarşamba ve Perşembe günleri dersi öğleden sonra başladığı için rutini böyle oluyordu. Tabii oyun provası erkene alınmazsa ya da o gereksiz herifin barında işi yoksa.

Ceketimin cebinden çıkarttığım sigarayı yakmak üzere eğildiğimde apartmanın kapısı açıldı. Berrak sırt çantasında bir şey arayarak dışarı çıktı. Telefonunu yine çantanın derinliklerinde kaybetmişti belli ki, kulaklığını elinde sıkı sıkı tutarken müzik kaynağını hemen bulmazsa dış dünya onun için katlanılamaz bir hal alacaktı.

Apartmanın bahçe kapısından da çıktığında bana doğru yürürken beni henüz görmemişti. Gördüğünde yüzünün alacağı şekli ezbere biliyordum. Kaşları çatılacaktı, dudakları bir şey söylemek için aralanacaktı ama susacaktı. Konuşursa uzayacağını bilecek kadar tanıyordu beni. Zaten sadece o kadar tanıyordu, daha fazlası için asla ilgi ve zaman ayırmamıştı. Ben ise onun gözlerinin altındaki kızarıklığın sebebinin geç saatlere kadar ödev hazırladığı için değil de uyumadan hemen önce ağladığı için olduğunu biliyordum. O herif için... Sevilmediği için değil, değersiz hissettirildiği için.

"Çaldırayım mı, daha kolay bulursun?" dedim, birkaç adım uzağıma ulaştığında.

Başı hızla kalkmıştı, gözleri beni bulduğunda tam tahmin ettiğim gibi kaşları çatıldı. Saçlarının arasında güneşin eseri bakır tonlar vardı. Çantasını düzeltip nihayet bulduğu telefonu diğer eline aldı.

"Aybars." dedi, şaşkın ama sakin bir ifadeyle.

"Berrak." dedim, eğlenceli bir şey varmış gibi fazlasıyla gülerek.

Bir şey söylemeden tekrar yola yöneleceği sırada büyük bir adım atıp karşısına geçtim. Kollarımı göğsümde bağladım. Boynumu biraz eğip yere bakan bakışlarını bana çevirmesini bekledim.

"Lütfen," dedi aynı sakin tonla. "Provaya yetişeceğim."

"1 saat 15 dakika var provana, yetiştiririm ben seni. Önce konuşalım."

"Aybars." dedi, kendini sıkarak. "İstemiyorum."

Arka cebime attığım arabanın anahtarına uzanıp avucumun içinde ona uzatıp parmaklarımı açtım. Bakışları yüzümden elime indiğinde kaşları biraz daha çatıldı.

"Sen sürersin, kontrol sende olur."

"Ne konuşacaksın?" dedi, bir adım geriye gidip mesafeyi açarken.

Sinirini bozmasını umarak alayla güldüm. Ne konuşacağımı çok iyi biliyordu. Bizim tek bir ortak konumuz vardı, Ege Fırtına. Umuyordum ki yakında ortak düşmanımız olacaktı kendisi. Bunun için gereken her şeyi yapacaktım. Canı yanacaktı ama canı yandığında kabullenecekti. Attığı adımın yanlış olduğunu ancak düştüğünde anlayacaktı.

İLKYAZWhere stories live. Discover now