Bölüm 41

14.2K 917 328
                                    

Holaaa.

Her yer her yere dağıldı, bir ucundan toplamak lazım bölümüyle karşınızdayım. 
Bu bölümle birlikte İlkyaz'da son düzlüğe girmiş bulunuyoruz. 
Yani, evet, sona doğru yol alma vaktimiz geldi. 
Uzun, yorucu ve öğretici bir deneyimdi benim için her şeyiyle. 
Bitmesi gerektiğini bildiğim halde hep bir yerinden tutup gitme, demek istiyorum. 
Yine de gidecek, biliyorum. 
Henüz vedalaşma için erken, daha önümüzde bölümler ve bonuslar var. 
Sadece o yola girdiğimizi bilin istedim. 
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere...

İrem Pelin xx

🌸

Zaman garip bir kavramdı. Geri alınamıyor, ileri sarılamıyor, durdurulamıyordu. Tutulmak istense avuca sığmıyor, bir göz kırpışında uçup gidiyordu. Bir an öncesine dönmek diye bir şey yoktu. Bir an sonrasına geçmek imkansızdı. Zaman akıp giden, giderken de akışta sürükleyen bir kavramdı.

Bazen zihnimiz, algımız reddederdi zamanı. O anlardan birindeydim. Şu an buraya, bu hastane koridoruna nasıl geldiğimizi hatırlamıyordum. Tırnaklarımın derimi kestiği avuçlarımın sızısını hissetmiyordum. Sallanıp duran yerde sabit kalmamı sağlayan tek şeyin Ege'nin belimi kavrayan kolu olduğunu biliyordum. Sesleri duymuyordum, kalbimin içimi delip dışarı çıkmak ister gibi atışı dışında hiçbir şeyi duymuyordum.

Ege beni bir yere doğru çektiğinde adımlarımı ona uydurdum.

Biliyordum. Biri çıkacaktı ve dönülmeyen o kelimeyi söyleyecekti. O kelime benden, bizden, dünyadan bir şey eksiltecekti. Bütün sesleri reddetmem bu yüzdendi belki. Duymak istemiyordum. Zamanı tutamazdım, durduramazdım, avuçlarıma sığdıramazdım belki ama kaçardım. Sesleri duymaz, olup bitene odaklanmaz, geçip giden ile ilgilenmezdim.

Hiçbir şey eksilmezdi o zaman. Kimse benden bir şey alamazdı. Saklanırdım. Saklanacaktım.

Etrafa bakındım. Hastanenin aciliydi burası. Hastanede nereye saklanabilirdim?

"Nora," dedi Ege, bana doğru eğilmişti. Dudakları kulaklarımın hemen yanındaydı. Onu duymuştum. Yakındaydı. Başımı çevirdim. Bana baktığında kızaran gözleri tırnaklarımı avuçlarıma biraz daha bastırmama neden oldu.

Onu da saklamam gerekiyordu. Burada bırakamazdım.

"Saklanmamız lazım," diye fısıldadım. "Gelirlerse, söylerler... Hemen saklanmamız lazım."

Ege uzanıp alnımın kenarını öptü.

"Korkma..." dedi, dudaklarını çekmeden. "Bir şey olmayacak."

Gözlerine baktım. Korkma diye bakan gözlerine uzun uzun baktım. Nefesim göğsüme sığıyordu ona bakarken. O beni tutarken saklanmama gerek yoktu.

"Ekin..."

Sıla'nın sesini duyduğumda bakışlarımı koridorun ucuna çevirdim.

Oradaydı.

Ege kollarını etrafımdan çekip ona doğru hızlı adımlarla ilerledi.

Kolunda sargı vardı. Kaşında ve çenesinde bandaj... Bir ayağını zorlukla öne atıyordu.

Ege, Ekin'i omuzundan kendine çektiğinde bir kolunu ona sarıp diğer eliyle başının kenarını tuttu. Ekin, sarılı olmayan kolunu Ege'nin omzuna koyduğunda, Ege başının kenarını öpüp çekilmişti.

"İyi misin?" dedi, gözleriyle onu tararken.

Ekin başını hafifçe salladığında yanağımdan süzülen yaşı elimin tersiyle sildim.

İLKYAZWhere stories live. Discover now