VIII.

382 32 16
                                    


Hiç susmayacakmış gibi çalan telefon sesiyle uyandığında aklına gelen ilk şey Ji Hyun'un yolculuğuydu. Kaza? Panikleyerek yataktan çıktı. Yerdeki üçlü prizde şarja takılı olan telefonunu alıp doğrudan kulağına götürdü.

"Efendim?"

"Günaydın sevgili menajerim!" telefonun diğer ucunda neşeyle şakıyan sesi algılayamadan telefon kulağında öylece bekledi.

"Sae Eun-sshi?"

"Saatin kaç olduğunun farkında mısın?" Açıkçası kendisi de farkında değildi. Ama henüz aydınlanmamış havaya bakarak daha yediye bile gelmediğini tahmin ediyordu.

"Evet. Sen farkında değilsindir diye aradım. Çünkü yarım saat sonra yani saat yedide W için fotoğraf çekimim var."

Ah program. Sae Eun boştaki eliyle alnına vurdu. Gece programı kontrol etmeyi unutup uyumuştu. Oturma odasına ilerleyip sehpanın üzerinde duran bilgisayarı açtı ve maillerine girdi. Menajer Jin'in gönderdiği programa göz attığında Jonghyun'un haklı olduğunu gördü.

"Unuttun değil mi? Demiştim. İyi bir menajer olamayacaksın," şakıyarak konuşmaya devam ediyordu. Sabahın köründeki bu neşesi Sae Eun'ın sinirini bozmaya başlamıştı.

"Tamam. Adresi Jin sunbaenimden alır sana atarım. Orada bul-..."

"Hayır. Seninle gideceğim."

"Hadi ama yarım saat kalmış yetişemem."

"Ba na ne. Seninle gideceğim," neden telefonun diğer ucunda omzunu çekip mızmızlık yapan küçük bir çocuk hayal ediyordu, Sae Eun?

"Jonghyun-sshi. Bir seferlik işimi kolaylaştıramaz mısın?"

"Ne? Ulaşımımı sağlamak senin görev tanımın içinde yer alıyor."

Beyni çığlık atarken derin bir nefes alıp sakin bir ses tonuyla konuştu. "Tamam. Kapat telefonu."

"Görüşürüüüüz!" dedi, kelimeyi uzatarak. Telefonun diğer ucunda sırıttığını hissedebiliyordu, Sae Eun.

Telefonu yatağa fırlatırken kalkıp dolabı açtı. Siyah çizgili bir kazağı üstüne geçirirken raftan eline geçirdiği ilk pantolonu çekip giydi. Dizleri yırtık siyah bir pantolondu. Aynadaki aksine bakarken iç çekti. Bu tipi bu kadar zamanda düzeltebilme imkânı yoktu. Saçını elleriyle tarayıp eline geçen kırmızı bereyi kafasına geçirdi. Siyah kabanını giyip telefonlarını cebine attı. Portmantoya gidip çantasının içinde olması gerekenleri kontrol etti. Postallarını giyip arabaya doğru koşarken yetişemeyeceğiz diye tekrarladı içinden.

Arabaya binip çalıştırdı. Dün öğrendiği adrese doğru ilerlerken ne kadar zamanları kaldığını kontrol etti. Saati gördüğünde aniden frene basma içgüdüsüne karşı koyamadı.

BEŞ?

Derin derin nefes alıp sakinleşmeye çalışsa da başarılı olamadı. Telefonu alıp son arayan numarayı geri aradı.

"Beni rüyanda mı gördün?" uykulu sesiyle hiçbir şey olmamış gibi sorduğunda sinirden direksiyonu yumruklamaya başladı.

"Seni öldüreceğim," telefonun ucundaki ses kahkahaya boğulmuştu. Yolun ortasında öylece durmuş direksiyonu yumruklayarak çığlık atmaya başladı. Fakat bu Jonghyun'un daha sesli kahkaha atmasına neden olunca sustu. Beresini düzeltti. Sesini kontrol etmek için boğazını temizledi.

Our Season | Jong HyunDonde viven las historias. Descúbrelo ahora