2. Bölüm

2.6K 33 2
                                    


Yazmakta olduğum bu roman, Cezmi'nin hayatını anlatmak için sonuna dek okunduğunda anlaşılacağı gibi, Cezmi'nin Hindistan ve Avrupa ile veya Turan ile hiçbir bağı olmayıp, o bölgelerde meydana çıkıp da isimlerini yukarıda zikretiğimiz büyük adamlardan tekrar mevzu bahis açmaya gerek duymuyoruz. Osmanlı Türklerinden, Tatarlardan ve İranlılardan bahsederek, dünyanın sadece o bölgelerine değineceğiz. Hayatını anlatacağımız Cezmi, topluma karıştığı sıralarda bu kadar büyük devlet adamlarının hayattan ayrılmış olmalarına rağmen büyük devletler henüz hizaya getirilmemişti. Barbaros Hayrettin Paşa'nın, Turgutça'nın, Piyale Paşa'nın Avrupa ve Akdeniz'de estirdiği fetih fırtınalarının azametini Kılıç Ali Paşa devam ettiriyordu. Yemen ve Tunus'u ilk kez teslim alan Hadım Süleyman Paşa ve Piyale Paşa, cennetteki muhteşem saraylarındaki köşelerine çekilmişlerse de, buraları ikinci kez alan Sinan Paşa, Kubbealtı'nda, Dördüncü Vezirlik makamında oturuyordu.

Akdeniz'in incisi Kıbrıs'ın fethedilmesinde insan üstü gayretler gösteren büyük Türk kumandanlarından Kara Mustafa Paşa, Üçüncü Vezir makamında bulunuyordu. Dört Büyükler olarak atrafa nam salan ve devletin askeri gücünün simgesi olarak görülen dört adamın birincisi, ülkede rüşvet ve dalkavukluğun mucidi olan Şemsi Paşa, ikincisi ise, namusluluğu, dürüstlüğü, fedakârlığı ve özellikle medeni cesaretiyle ün salan rahmetli Hoca Sadreddin idi. Hoca Sadreddin, 1589'da, Eğri Savaşı'nda mağlubiyetten kurtulan Türk ordusunun komutanı Padişah III. Mehmet'in moralinin bozulmasıyla savaş meydanını terk etmesini engellemiş ve savaştan galip ayrılmasını sağlamıştı.

Etrafa nam salan bu meşhur dört büyüklerin üçüncüsü Gazanfer Ağa, dördüncüsü ise Canfeda Kadın idi. Bunlardan her ikisi de, özellikle Canfeda Kadın, padişahın huzurunda sözü geçen insanlardı. Padişah nezdindeki bu güçlerini de genellikle kullanırlardı. Yemen'i hakiki anlamda teslim alan adam Özdemiroğlu Osman Paşa, Yemen'de Sinan Paşa'nın mutlak gücünden kurtularak biran önce ve hiddetle İstanbul'a dönmüş; bir süre Sokullu'nun sert ama aynı zamanda onu eğiten saldırılarına uğradıktan sonra, Sancak Beyliği'yle Anadolu'yu karış karış gezmeye başlamıştı.

Yazdığımız bu kitapta dile getireceğimiz gibi, yeniçerilerin bozulmaya yüz tutmuş disiplinlerinin yine kontrol altına alınmaları yolunda mevkiini ve belki de hayatını tehlikeye atan Revan ve Gence fatihi Ferhat Paşa, sadakati ile devlet katında kalitesini ispatlamış değerli devlet adamlarındandı. O zamanın en büyük devlet adamı ise, hiç şüphesiz Kanuni Sultan Süleyman devrinde sadrazamlık makamına getirilen son kişi Sokullu Mehmet Paşa idi. Sokullu, Osmanlı Devleti'nin Muhteşem Süleyman dönemindeki güç ve azametinden bir numune timsali olarak, sanki Allah tarafından Kanuni'den sonraki padişahlara hediye edilmişti. Güneş tepelerin ardından battıktan sonra, havayı bir süre daha aydınlatan ay gibi, Kanuni Sultan Süleyman'ın ebediyete intikalinden sonra onun etrafı aydınlatan ışığını Sokullu Mehmet Paşa korumakta ve çevreye yaymaktaydı. Kanuni Sultan Süleyman'ın vefatından sonra ortalığın kendine kaldığı hissine kapılan Almanya İmparatorluğu tarafından ortaya konan düşmanlık belirtileri karşısında; "Uslu durmazsanız iki sınırın arasında, içinden geçilmez ve kavurucu bir çöl inşa eder ve düşmanlığınızdan korunurum!" tehdidiyle Avrupa'yı titreten yine Sokullu Mehmet Paşa olmuştu. Hazar Denizi vasıtasıyla Asya'nın iç taraflarına doğru hükümranlığını yaymak için Volga ve Don ırmaklarını bir kanal açarak birbirlerine bağlamak isteyen ve bu amaçla Yavuz Sultan Selim'in büyük hedefi olan İslam birliğini kurmaya çalışan da yine aynı büyük adamdır. Avrupa ülkelerinin saldırıları İkinci Selim döneminde de devam ediyordu. Müezzinoğlu Kaptan Ali Paşa emrindeki donanma birliklerine, Donjuan isimli amiralin komutasındaki Haçlı donanması İnebahtı'da saldırdı. Osmanlı donanmasının tecrübesiz amirali, tecrübeli komutanların emirlerini ciddiye almadı ve kafasına göre hareket etti. Bu sebeple Osmanlı filoları 1571'de büyük bir bozguna uğradı. Bu kan ve ateşin içinde kalan Uluç Ali Reis, kumanda ettiği yaklaşık yirmi gemimizi, düşman çemberini bir kılıç gibi yararak zorlukla kurtarabildi. Bu başarısı sebebiyle ona Kılıç Ali Paşa ünvanı verildi. Avrupa'nın büyük donanmaları karşısında, o kadar büyük bir bozgun karşısında dahi ümitsizliğe kapılmamış olan bu büyük Osmanlı amirali, Türk'ün bu keskin kılıcı, Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa ile bir mükâleme esnasına, yaşı hayli ilerlemiş olan Sokullu'dan bir seneye kadar bir donanma inşa etmesi emrini alınca; donanma için gerekli malzemenin öyle kolay bir şekilde bulunamayacağını anlattı. Bunun üzerine Sokullu: "Paşa, paşa, umutsuz tablo çizme! Bu devlet o kadar büyüktür ki, şayet isterse tüm donanmanın demirlerini gümüşten, yelkenlerini atlastan, hatlarını da ibrişimden yapar." şeklinde cevap verdi. Tıpkı onun dediği gibi, sadece bir kış mevsimi kadar bir zamanda kırk bin asker ve tayfa ile donatılmış iki yüzden fazla gemi yaptırarak, Amiral Kılıç Ali Paşa gibi hayatı boyunca kimsenin önünde baş eğmemiş bir kahramana bükülmez elini öpmek için önünde diz çöktüren de yine Sokullu'nun ta kendisidir. Padişah İkinci Selim'in vefatından sonra, Sokullu Mehmet Paşa'ya sarayda soğuk bakılmaya başlanmıştı. Padişahın şehzadeliği döneminde Üveys Paşa ve Kadıoğlu Paşa gibi, onun hizmetinde bulunanlar, genç şehzade padişah olunca âdeta onun yedeği olmaya çalışmışsalarda, Sokullu'nun çelikten iradesi, yeni padişahın kendine hâkim olması ve bu adamlara fazlaca yüz vermemesi sayesinde hevesleri kursaklarında kalmıştı.

CezmiWhere stories live. Discover now