23. Bölüm - Son

497 17 1
                                    


Saklanmak için bir yer aradı. Sonra cesareti aklına geldi. Türk olan, dünyada hiçbir şeyden korkar mıydı? Bunu düşündü ve kendinden utandı... Adil Giray'la Perihan'ın mezarında bari olsun yanlarına atılmak istedi. Şehitlik mertebesine layık olamadığını düşündü. Yine utandı. Bu utanç üzerine Allah'nın kendisine verdiği mertliği ve yiğitliği hatırladı... Karşısında gökyüzünün derinliklerine doğru uzayıp giden servilerin her biri bir cellat olsa hepsine karşı durmak ve bu yolda şehit düşüp Adil Giray'ın ayağı ucunda olsun, bir gurur ve onur mezarı bulmak fikrine kapıldı. Ancak o mübarek şehitlerin intikamını almak dururken şimdi burada pisipisine ölmek doğru olur muydu? Bunları düşündü ve önceki fikrinden vazgeçti. Abbas gelinceye kadar uygun bir yerde gizlenmeye karar verdi. 

Gökyüzündeki yıldızlardan gelen ve sönmüş meşalelerden kalan hafif ışık damlacıklarının gelmesini bekleyen bir ölü gibi, mezarın toprağını bin zahmetle kazdı. Yaralı ve yorgun olduğu için kendisini halsiz buldu. Uğraşarak içine girdi. İmamın telkinini ve soru meleklerinin gelmesini bekleyen bir ölü misali, mezarın içine iyice uzandı. Elleriyle etrafı yoklarken soğuk, tatlı bir şeye dokundu. Bu, bir ölünün kafasıydı... Ellerindeki kafatasını biraz daha evirdi çevirdi, sonra kendi kendine düşünmeye başladı: "Bu da şüphesiz benim gibi bir insandı. Sonunda hepimiz böyle olacağız... Acaba Adil Giray'la Perihan'ın o güzel başlarının içinde de böyle çirkin birer kafatası mı var? Acaba Allah'nın huzuruna bu kadar çirkin, bu derece iğrenç bir yüzle mi gideceğiz? Öyle olmayıp da ne olacak? Daha düne kadar zavallı Adil'in, zavallı Perihan'ın düşünceleri gözlerimizin önünde hep birer hayal değil miydi? O hayaller bugün gerçek oldu... Hem de ne kanlı gerçek! Peki, bugün gerçek bilmediğimiz âlem yarın hayal olmayacak mı? Kesinlikle olacak! Yarın olmasa öteki gün olacak... Hiç şüphe yok ki olacak... Hem de ne korkunç hayal!

Hayır... Hayır! İnsanlığın özü elbette şu elimdeki çirkin maddeden ibaret değildir. Mezarda ruh olmaz... Bir kere ruhu görebilsek, belki de ne kadar güzeldir... Böyle etten, kemikten yapılmış basit bir vücudu o kadar güzelleştiren ruh değil de nedir? Dünyada hiç kimse en usta ressamın yaptığı resmi bir çirkin kız kadar sevmiyor! Yok yok... Bizim anlayamadığımız başka bir dünya var... İnsanlığın zevki işte o dünyadadır. Şu gelip geçici dünyada geçirdiğimiz acı tatlı günlerin sonu işte şu mezara girmektir. Şu anda birisi gelip çıkabileceğim deliği kapayacak olsa derhal ölürüm. Sorgu melekleri hemen başıma dikilirler. Varsın dikilsin. Dünya için düşündüklerimi onlara da söylerim... Evet, bu cevabı veririm. Fakat Adil Giray'ın ve Perihan'ın, hele uğraştığımız şu mübarek idealin böyle bir sonuç vermesi Allah'nın adaletine uyar mı? Kes sesini! Ölüm korkusundan mezarlar içine saklanıyorsun... Sonra bir de kalkmış, bir tutam aklınla Allah'nın sırlarını çözmeye cesaret ediyorsun..."

Cezmi bu duygularla iç dünyasında daha birçok muhakeme yaptıktan sonra birden mezardan başını kaldırdı. Abbas, biraz önce oturdukları yere gelmiş, koynundan çıkardığı bir mumu yakarak kendisini arıyordu... Çevreye bakarken gözleri, mezardan çıkmaya çalışan Cezmi'ye ilişti. Mumun titrek ışığı altında, gölgesi gittikçe uzayan bu gölge ne olabilirdi? Gecenin bu saatinde mezardan çıkmaya uğraşan bu yaratığın bir hortlak olması ihtimalini düşündü, korkarak geri çekildi. Elindeki mum, kendisiyle birlikte yer değiştirince, ne olduğu belirsiz gölge de tabi ki şekil değiştirdi. Abbas, oralarda öyle hortlak falan olmadığını anladı. Sesinin uzaklardan duyulmamasına dikkat ederek; "Cezmi! Cezmi!" diye bağırdı.

Abbas'ın sesini işiten Cezmi, birden içinde durduğu kabir yerinden çıktı ve koşarak Abbas'ın yanına geldi. Derviş elbiseleri hazırdı. Ama ne çare ki, mezara girip çıkmak için uğraşırken Cezmi'nin yarası açılmış, yeniden kanamaya başlamıştı. Bu şekilde bir yere gidemezlerdi. Kanı durdurmak, yarayı temizleyip yeniden sarmak için birkaç saat uğraşmak gerekiyordu. Bu iş de bittikten sonra derviş hırkalarını giydiler. Abbas parmağını uzatarak Cezmi'ye doğu tarafındaki kızıllığı gösterdi. Neredeyse sabah olacaktı. Böylesine tehlikeli olan bu bölgeden hemen uzaklaşmak gerekiyordu. Cezmi, hem madden, hem de manen perişan bir durumdaydı. Adil Giray'la Perihan'ı kara topraklar altında bırakıp gitmeye gönlü bir türlü razı olmuyor, bulunduğu yerde çivi gibi hareketsiz duruyordu. Sonunda kararını verdi.

CezmiWhere stories live. Discover now