6. Bölüm

578 9 1
                                    


Tabiat ve terbiye yönünden gerçek bir asker olan Cezmi, özgüven bakımından da çok ilerdeydi. Devletine faydalı olduktan sonra, yükselme arzusunun gerçekleşeceğine kuvvetle inanır ve bir de genç olduğu için, yükselmekten ziyade şöhret kazanmak isterdi. Devlet için gerekirse canını bile vermeyi temel görevlerinden en önde geleni olarak görürdü. Ama fedakârlığına karşılık hakkının verilmesini de, göreve karşılık bir hakkaniyet sayardı. Onun için, geleceğin en çok arzulanması gereken tarafı şöhretti. Ama, bu kadar olgun bir genç, bir zaman gelip de şöhreti ölümden daha kötü göreceğini ve harbe sadece ölüm arzusuyla giderek susadığı eceline kavuşamadan döneceğini nereden anlayabilirdi? Bu derin arzularının tesiri altında, bin bir türlü zafer hayalleri içinde ve yükseleceğine yüzde yüz inanmak şekliyle, ümit dolu olduğu halde, İstanbul'dan gitmişti. Geceleri gördüğü düşlerde en büyük zaferlerin, hep kendi sayesinde olduğunu söylüyor, hayallerinde savaş alanına ilk önce at sürmek şerefini hep kendinde görüyordu.

Ordu ile beraber Erzurum'a gediklerinde, devletin düzenli askeri olmayan bir aşiret birliğinin savaşı hem başlattığını, hem de arka arkaya iki büyük zafer kazandığını işitincae, kendi duygularını düşünerek üzüldü. O zamana değin ordu komutanına bir tür emir subaylığı yapmaktan başka bir görevde bulunamamıştı. Önüne ilk çıkacak fırsatta, nasıl olursa olsun, meydana atılmayı kafasında iyice plaladı. Şiddetli duygular içinde bir bekleyişle bayağı üzüntülü günler geçirdi. Birkaç gün sonra, keşif birliklerimizden küçük bir grup, çevreyi kollarken, Çıldır Ovası'nda Tokmak Han kuvvetleriyle kaşıylaştılar. Sayılarının az olmasına rağmen uygun bir yer tutarak savaşa giriştiler. Bu durumu haber alan ordu komutanı, hem bu birliği kurtarmak ve hem de düşmanın durumunu iyice araştırmak için, o günlerde Talia'da olan Diyarbakır Beylerbeyi Derviş Paşa'yı ileri saldırıya gönderdi. Arkadaşları bunu Cezmi'yei lettiler .Bu haber Cezmi için büyük bir haberdi. İşte uzun bir süredir sabırsızlıkla beklediği an gelip çatmıştı. Derviş Paşa'nın yanında olmak demek kesinlikle harbe girmek demekti. Derviş Paşa, Sokullu'nun kanındandı. Saldırıya başladığında şiddetle saldıran, temiz kalpli, genç bir kahraman olduğu kadar, binicilikte de öbür komutanlardan ve belki Türk sipahisinin tamamından daha yetenekli sayılırdı. En iyi biniciler olan Arap atlıları bile, Derviş Paşa'nın sadece öğrencisi olabilir ve bununla da gurur duyabilirlerdi. İşittiği haberin heyecanından yerinden hemen fırlayıp karargâha koşan Cezmi, Ferhat Ağa ve şair Nev'i'nin tavsiye mektupları ile kendisinin sevimliliği ve inceliği sayesinde karargâhın komutanlarına kendini sevdirmeyi bilimişti.. Derviş Paşa'nın himayesine girmek ve onunla beriber savaşa girmek istediğini söyleyince ağalar, ordu komutanından sadece izin değil, Derviş Paşa'ya hitaben yazılı bir de kuvvetli tavsiye mektubu aldılar.

Nasıl bir iş ve hangi meslek olursa olsun, ilk davranış, yani ilk teşebbüsün insanda nasıl etkiler ve düşünceler bıraktığını herkes kendindeki deneyimlerle bilir. Cezmi'nin mesleği olan askerlikte ilk tecrübesinin yaratacağı etkilerin ve düşüncelerin şiddeti ise, hiçbir hal ile karşılaştırılamaz. İnsan ne kadar ilgisiz, ne kadar fedakâr ve ne kadar kahraman olursa olsun, kendisini tehlikelerden koruması gerektiği fikrini kafasından atması öyle kolay bir iş değildir. Buna acemilik ve tecrübesizlik de eklenince, dünyanın en zeki, en cesur insanları bile kafalarında bir duraksamaya ve yüreklerinde bir heyecana engel olamazlar. Eğer yapılacak olan bir savaş ise ve kendini ispatlayacak olan kişinin meydanı da harp alanı ise, öyle zor sınavdır ki, öteki dünyaya en uzak mesafesi bir mermi mesafesinden ibarettir. İnsanı yok eden ve bu dünyadan götüren ölüm, düşmanın askerlerinde değil, o askerlerin gölgelerinde bile kendini gösterir. İnsan, üstünde gezdiği toprakların her yerini sanki kendisi için hazırlanmış bir mezar sanır. 

Dünyanın ne kadar güzelliği, yaşamın ne kadar lezzetleri, insanın ne kadar istekleri varsa, hepsi bir alana toplanır ve bir sinema filmi gibi gözünün önünden geçer. Cezmi de, savaş yapmayı çok istediği halde, atına binip de alaya girince bu doğal kırgınlıklardan kendisini bir türlü kurtaramadı. Çünkü her akıllı insan gibi o da kendine ne kadar güvenirse güvensin şansına pek güvenemezdi. Şayet beklenmedik bir yerden bir durum ortaya çıkıp da askerlikteki ustalığına ve kahramanlığına leke sürecek olursa, arkadaşlarının arasında ve kendisini koruyanların gözünde "alçak" olarak damgalanacak olmasından ötürü üzülüyor ve bu endişe, içindeki acıya acı katıyordu. Karakterinde bulunan kahramanlık ruhu, azmindeki kararlılık ve özellikle onurlu oluşu, namus hırsı ve gayreti, yukarıda anlatılan duygularını gerektiği şekilde dizginliyor ve olgun davranmasına neden oluyordu.

CezmiWhere stories live. Discover now