9. Bölüm

362 8 1
                                    


Ertesi gün Gazi Giray'ı Kahkaha Kalesi'ne hapsettiler. Adil Giray'ı da sarayda ağırladılar. İstediğinde kendisiyle kolayca görüşebilmek için Şehriyar, Adil Giray'a sarayın diğer bölümleri ile pek ilgisi olmayan sakin bir dairesini ayırdı. Tilki kadar kurnaz bu kadının uygun gördüğü bu kısım, harem-selamlık daireleri arasında ve bahçe içinde, zamanında Şah Tahmasp'ın içkili gecelerde özel olarak kulandığı köşk biçiminde bir daireydi. Duvarlarında birtakım çini nakışların arasında, içkiye ve aşka dair altınla yazılmış harika beyitler vardı. Yerlerde İran'ın en değerli halıları seriliydi. Bu dairede kalacak olan Adil Giray'ın muhafızlarını da, hizmetçi kılığında göstermek bahanesiyle Şehriyar seçmişti. Bunun nedeni, dairenin çevresine kendine yakın adamları yerleştirmekti. Şehriyar, bu tedbirleri aldıktan sonra, bir gün, saltanatın tüm mensupları Şah'ın huzurunda oldukları sırada, yine Adil Giray konusunu açtı. 

Türklerle devam etmekte olan savaş ve gelecekte alınması gereken tedbirler hakkında, yolda gelirken Adil Giray'la çok kereler konuştuğunu ve bu konudaki görüşmelerin devamına Şah tarafından izin verilirse, sonucun İran için çok hayırlı olacağını söyledi. Diğer saltanat üyeleri de fikirlerini söylediler. Sadece Perihan hiçbir şey konuşmadı. Fakat Şehriyar'ın bunda gizli bir amacı olduğunu hemen anlamıştı. Çünkü kadının özel bir çıkarı olmadıkça, kılını bile kıpırdatmayacağını çok iyi biliyordu. Onun için Şehriyar'ın tavrı, Perihan'ın gözünde, acilen çözülmesi gereken bir problem şeklini aldı. Bu problemi çözebilmek için de dışarıdan ipucu aramaya gerek yoktu. Konu doğrudan Adil Giray'la alakalı olduğu için, her şeyden önce onun nasıl bir adam olduğunu öğrenmek daha uygundu. Adil Giray'ın durumunu öğrenmek, kendisi için çok kolaydı. Çünkü şehzadeyi esir alıp getiren Hamza Mirza, Şah İsmail'in tahta çıkışındaki önemli adamlardan biriydi. Perihan, halasını, kadınlığıyla İran'ın en büyük kahramanı sayıyor, hanedan üyelerinin hepsinden çok onu seviyor, bir dediğini iki etmiyordu. Bu düşünceyle Hamza Mirza'ya bir gün mükemmel bir ziyafet verdi. Ziyafet sırasında, daha bu yaştayken girdiği ilk savaşta gösterdiği gayretlerden, kahramanlıklardan söz ederek kendisini hayli övdü. Her İranlı gibi Hamza Mirza da övülmeye bayılırdı. Perihan, onun en zayıf damarını yakalamış, sinirlerini gıdıklayan birçok övgü dolu sözlerle Mirza'yı adeta mutluluktan bayılacak dereceye getirmişti. Yapılacak iş, tam kıvamındaydı. Asıl maksadını hiç belli etmeyerek, yavaş yavaş konuşmaya başladı:

"Kazandığınız zaferin hiç kuşkusuz takdire değer bir tarafı, düşmanınızın durumudur. Esir ettiğiniz Han çocukları, Türklerin en kahraman komutanlarındanmış diyorlar."

Hamza: "Ben Türklerin başka askerlerini, başka komutanını görmedim. Ama bu adamlar, Ali hakkı için gerçekten kahramandırlar. Annem bilmem hangi akla hizmet için Gazi Giray'ı Kahkaha'ya gönderdi. Acısı hâlâ içimde ve dinmek nedir bilmiyor."

"Demek ki siz, Gazi Giray'ın cesaret ve kahramanlığını takdir ediyorsunuz."

"Yok, yoook... Dünyada Adil Giray'dan üstün, hatta ona yetişecek bir tek insan bile yoktur. Ama Allah hakkı için konuşuyorum ki, diğeri de son derece cesurdu."

"Adil Giray'ın o kadar kahramanlık nesine yakışıyor? Kısa boylu, kambur bir adammış."

"Hah hah hah... Size onu kim söyledi? Ben hayatımda o kadar yakışıklı, o kadar levent bir genç görmedim."

"Adil Giray genç mi yahu?"

"Yirmi üç yirmi dört yaşlarında, çok yakışıklı, çok hoş sohbet, bilgili, görgülü, şair ve kahraman... Kılıç gibi, kalem de eline ne kadar yakışıyor. Kudret eli, bu kadar faziletleri bir bedende barındıramaz."

CezmiWhere stories live. Discover now