9. Bölüm - Bağımlı

7.7K 419 9
                                    

Gürültü.

Kavga eden insanların çıkardığı belli belirsin uğultular bana ulaşıyordu. Saniyeler, dakikalar belki de saatler geçmişti. Benliğimi kapatmış, çöktüğüm yerde sırtımı duvara dayayarak öylece boşluğa bakmaya başlamıştım. Zaman kavramını yitirmiştim. Esen rüzgâr her tenime çarpışında titriyordum.

Kalbimi çelikten bir elle sıkıyorlardı. El, kocaman ve güçlüydü. Soluklarımı hızlandırmıştı. Yara olmayan bir yer nasıl bu kadar acıtabilirdi? Bir insan daha ne kadar çaresiz hissedebilirdi? Veya işe yaramaz.

Gözlerimin önü kararmaya başlamıştı. Her yerde siyah noktalar görüyordum. İlacımı içmiş miydim hatırlamıyordum. Yalçın ve Olcay yoktu, yanımda bir insanın varlığını hissediyordum fakat onu da tanımıyordum. Telefonumun melodisi kulaklarımdan sızarken zorlukla uzandım.

Bütün kaslarım isyan edercesine tutulmuş gibiydi. Kolum yanıyor, karıncalanıyordu. Telefonu acı içinde kulağıma dayadığımda Ece’nin çığlık atan sesiyle karşılaştım.

‘‘İmge! Neredeler?! Olcay ve Yalçın nerede? Bende geleceğim, adres ver çabuk.’’

Neredeydik? Saat kaçtı? Bizim için endişelenen sadece Ece miydi? Sorular aklımı ele geçirirken nefesimi tuttum. ‘‘Bilmiyorum.’’ diye mırıldandım ağzımın içinden. Akmayan gözyaşlarım canımı acıtıyordu. Binlerce iğne tenime batırılıyormuş hissini yaşıyordum.

‘‘Duyamıyorum, sesli konuş biraz!’’

‘‘Bilmiyorum, Ece. Bilmiyorum!’’

Fısıltıyla başlayan sesim kocaman bir bağırışa dönüşürken dudaklarımı kanatana kadar ısırdığımı fark ettim. Ağzımın içindeki metalik, bakırımsı tat rahatsızlık vericiydi. ‘‘Nasıl bilmezsin?’’ diyerek bana meydan okudu Ece. ‘‘Onlarla birlikte değil misin? Yanlarında gitmedin mi? Ne diyorsun Allah aşkına?!’’

Benim varlığım gereksizdi, hiçbir şey yapamayan biri olarak insanlara bağırma hakkım yoktu. ‘‘Bilmiyorum.’’ diyerek tekrarladım son on dakikadır başka söz söyleyemeden. ‘‘Bilmiyorum, bilmiyorum!’’

Telefonun kapandığını belirten ‘dıt’ sesi kulaklarımda yankılandı. Başımı duvara doğru sertçe vurdum. Acı beni kendime getirmişti, belki de bilincimi kapatıyordu. Karar veremiyordum. İkinci defa sertçe çarptım başımı.

‘‘Hey, iyi misin?’’

Yanımda sessizce bekleyen, gözleri ileriye -inşaata- kilitlenen oğlan doğrularak kızarıp şişen gözlerime baktı. ‘‘Oradan iyi görünmediğimi biliyorum.’’ dedim kıkırdarken. Anlamlandıramadığım şekilde kahkaha atmak istiyordum, sonsuza kadar gülmek. Kıkırtılarım belli belirsiz hıçkırıklara dönüştüğünde çocuğun fişek gibi ayağa fırladığını gördüm.

‘‘Olcay!’’ diye bağırınca dikkatimi çekebilmişti. Üzerime düşen gölgeye aldırmadan kafamı kaldırdım. Olcay ve Yalçın yanağımdan süzülmekte olan gözyaşına bakıyorlardı. Dağılmış saçlarıma, kızaran gözlerime, titreyen vücuduma, harap olmuş halime.

Onları gördüğüm anda kendime hâkim olamadan çömeldiğim yerden fırladım. Kavga etmişlerdi, az önce duyduğum uğultular onlardan geliyordu, bariz belliydi. Yalçın’ın sol yanağında kocaman morluk vardı, kaşı da patlamıştı. Dudağından kan sızıyordu. Az önceki haliyle bu halinin alakası yoktu.

Olcay ise… Onu gördüğüm an nefesim akciğerlerimde tıkalı kalmıştı. Çünkü binlerce kat kötü durumdaydı. Dudaklarını tamamen kırmızıya boyanan kan çenesine doğru damlıyordu. Vücudu acı ve dayağın etkisiyle kamburlaşmıştı, gözlerinin altında morluk oluşmuştu. Tek eli yaralı olduğunu düşündüğüm omzuna bastırılmıştı.

Aşka Dokunuş ღWhere stories live. Discover now