dört

724 88 83
                                    

Karşımdaki kızıl saçlı genç kıza bakarken şaşkınlığımı gizlemekte zorlanıyordum. Bir şeyler kekelemeye kalktığımda, doğal olarak başarısız oldu bu girişimim.

"Eee, ben başka birini görmeye gelmiştim. Az önce burad-" Elini havaya kaldırıp sözümü kesti. "Ne olduğunu biliyorum, açıklama yapmana gerek yok." Birkaç saniye boyunca yalnızca gözlerime baktıktan sonra devam etti sözlerine. "İçeri gir, seni bekliyor."

Bunu şaşırmamalıydım. Zira her şeyin planlı olduğu en başından beri gayet açıktı. Benim şaşırdığım şey ise, nasıl olup da böyle bir durumun içine düştüğümdü.

İçeri girmeli miydim yoksa dönüp gitmeli miydim buradan? İkincisi muhtemelen. Ama lanet inadım tutmuştu ve kolay kolay vazgeçmem mümkün değildi.

Yüzüme kararlı ve kendine güvenen bir ifade yerleştirdikten sonra hiçbir şey söylemeden içeri girdim ve genç kızı es geçtim.

Oldukça kısa bir koridor ve üç adet küçük odadan ibaretti kulübe. Ve odaların diğer ikisi karanlık olduğu halde, koridorun sonunda bulunandan yayılan cılız ışık, aradığım kişinin orada olduğunun bir işaretiydi. Veyahut beni arayan kişinin, demek daha doğru olur sanırsam.

Kapalı olan oda kapısının önüne vardığımda duraksadım ve girmeden önce sırtımı dikleştirip çenemi kaldırdım. Ne kadar özgüvenli görünürsem o kadar yararıma olurdu çünkü.

Ve kapıyı çalma gereği bile duymadan içeri daldım.

Koridora yalnızca cılız bir ışığın sızması, içerinin küçük bir mumun ışığıyla aydınlanıyor oluşundan kaynaklanıyordu. Odanın karşı tarafında, pencerelerin hemen önünde büyük sayılabilecek bir masa vardı ve genç adam, o masanın hemen ardında oturuyordu.

Dirseklerini masaya yaslamıştı ve havada birleştirdiği ellerini çene hizasında tutuyordu. Mum ışığının etkisiyle yüzüne düşen gölgeye rağmen bakışlarının keskin bir şekilde benim üzerimde olduğunu görebiliyordum. Alnının büyük bir kısmının açıkta kalıyor olmasına rağmen yan taraflarında, rastgele birkaç tutam düşmüştü öne doğru. Orantılı yüzü ve geniş omuzlarıyla beraber hoş bir görüntüye sahip olduğunu inkar etmemin bir anlamı yoktu.

"Hoşgeldin, oturabilirsin." demesiyle beraber kafamdaki düşünceler hızlıca dağılırken sertçe yutkundum. Etkili bir izlenim vermek için mi böyle yapmıştı emin değildim ama ses tonundaki bir şeyler nedense içimi ürpertmişti.

Ancak duruşumu bozmadım. "İzin verdiğin için sağ ol ama almayayım." diye yanıtladım iğneleyen bir tonda. "Buraya sohbet etmeye değil, bana ne yaptığına dair bir açıklama almaya geldim."

Başını hafifçe öne eğip çok kısa bir anlığına güldü. Bu nedense daha çok alay amaçlı gibi hissettirmişti.

Aniden oturduğu yerden kalkıp ağır adımlarla bana yaklaşmaya başladığında az daha bir adım geriliyordum korkuyla. Fakat kendimi bırakmadım, aksine meydan okurcasına daha da dikleştirdim sırtımı.

"Demek sana ne yaptığımı merak ediyorsun..." dedi ve aramızda birkaç adım mesafe kaldığında durdu. "Çok basit. Yalnızca zihnine hükmettim."

Öfkeyle soluduğum derin nefesi yine öfkeyle saldım dışarı. "Ne saçmalıyorsun sen?"

Ancak beni ve öfkemi hiç umursamadı. "Öyleyse şimdi sessiz ol ve beni dinle, her şeyi en baştan alacağım."

Cevap vermek yerine onun dediğini yapmayı tercih ettim, belki de ağzımı açarsam ne söyleyebileceğimi bilemediğimdendi bu. Ancak yine de öfkeli bakışlarımı çekmedim üzerinden, asla yumuşatmadım.

O ise rahat ifadesini korudu. "Bu arada..." dedi kısa bir an sonra. "Başlamadan önce söyleyeyim, ben Oh Sehun."

Yine cevap vermedim, isminin ne olduğu zerre kadar umrumda değildi.

Benden birkaç adım uzaklaştı önce, sonraysa ellerini arkasında bağlayarak küçük odanın içinde volta atmaya başladı.

"İşin aslı, seni tesadüfen fark ettim. Yalnızca Jeon Jungkook'un peşinde dolanıyordum ve o sırada sana rastladım, arkadaşlarınla birlikte lunaparka gidiyordunuz. Görür görmez hissettim Jisoo, senin özel bir tarafın vardı. Sıradan bir insan olmadığını, bizden biri olduğunu hemen o anda anladım.

Ancak kontrol etmem gerekiyordu. Bu yüzden o kız sana çarptığında içine karanlık bir arzu yolladım ve işe yarayıp yaramadığını test ettim. Sonuç tam da beklediğim gibiydi.

Sonra ise seni asıl amacıma yönelttim ama..." Derin bir nefes verirken sırıttı. "Jungkook denen o herifin lanet bir özelliği var. Senin ellerini neden tuttu biliyor musun? Çünkü tuttuğu anda benim gücümün etkisini yok edebilme yeteneğine sahip."

Yüzümdeki ifade birazcık bile değişmedi. Ne şaşkınlık, ne de kızgınlık. "Bu saçmalıklarla beni kandırabileceğini mi sanıyorsun?" dedim kontrollü, alabildiğine soğuk bir ses tonuyla.

Adım atmayı bıraktım gözlerini bana çevirdi ve omuz silkti. "Şuanda inanmanı beklemiyorum zaten, zamanla anlayacaksın her şeyi."

Alaylı bir gülüş bıraktım istemsizce. "Bir daha görüşeceğimizi mi sanıyorsun?"

"Öyle olmak zorunda."

"Neden ben peki? Neden bir başkasına değil de bana musallat oluyorsun?!" Fark etmeden sesimi yükseltmiştim son kelimeleri söylerken. Sözcüklerim kirli duvarlarda yankılandı ve hemen ardından bana geri döndü.

Oh Sehun denen adam, sakinliğini korudu. Bana doğru iki adım atıp yeniden durduktan sonra "Çünkü bir başkası sen değil." dedi emin bir tavırla. "İşimi yarayacak olan kişi senden başkası değil. Bir başkası senin kadar özel değil."

▪▪▪

kurguyu düzenledikçe ağlıyorum bazı şeylerin saçmalığından sdopsjdshhdf üzgünüm cidden

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

kurguyu düzenledikçe ağlıyorum bazı şeylerin saçmalığından sdopsjdshhdf üzgünüm cidden

master of my soul, hunsooWhere stories live. Discover now