sekiz

525 56 94
                                    

Yere kadar uzanan pencerenin pervazına oturmuş, dizlerimi karnıma kadar çekmiş ve çenemi dizilerime dayamış halde günün ilk ışıklarını izlerken zihnimde dolanan düşünceler karmakarışıktı.

Bugün önemli bir gündü. Chaeyoung Sehun'un benim için bir istisna yapacağını ve bizzat eğiteceğini söylemişti. Bunun sebebini anlamak istiyordum öncelikle. Beni ne kadar farklı, yeteneklerimi ne kadar özel görmüştü ki böyle bir hamlede bulunmuştu, en çok merak ettiğim buydu.

Pencerenin ardından uzayan manzaraya baktım. Bugüne kadar gördüğüm en tuhaf pencere manzarasıydı. Daha düne kadar her sabah şehir manzarasına uyanan ben, şimdi ise ucu bucağı görünmeyen ağaçlara, yapraklara ve dallara bakıyordum. Önümüzdeki bir ayımın teması bu olacaktı, yalnızca orman.

Az sonra kahvaltıya inmem gerekecekti. Bana kalsa sonsuza kadar bu odada tek başıma durmak isterdim ancak mesele sadece kahvaltı da değildi, kahvaltıdan sonra Chaeyoung beni Sehun'un yanına götürecekti.

Son bir kez iç çekip derin bir nefes verdim ve yavaşça ayaklandım. Odadan çıkmadan önce kendime bakmak amacıyla köşe tarafta bulunan boy aynasının karşısına geçip birkaç saniye öylece bekledim.

Üzerimde canlı kırmızı renkte bir sweat, onun altında ise siyah düz bir tayt vardı. Saçlarım dağınık bir şekilde omuzuma dökülüyordu ama bileğimdeki tokayla fazla özenmeden üst tarafta toplayarak at kuyruğu yaptım hızlıca.

Odadan çıktığımda, dün ilk kez karşılaştığım koridora yeniden adım attım. Bu katta sekiz tane oda vardı ancak dolu mu veya boş mu oldukları hakkında en ufak bir fikrim yoktu.

Sıralı odaların bulunduğu bu uzun koridoru geçip ortak buluşma alanı gibi bir yere benzeyen, rahat koltuk ve puflarla dolu geniş bir alana ulaştım kısa bir süre sonra. Merdivenler ise hemen karşı taraftaydı.

Oyalanmadan merdivenlere yöneldim. Bir kat aşağı indiğimde ikinci katın da benimkinden farklı olmadığını fark ettim. Ancak birinci kat için aynısı geçerli değildi. Oturma alanı falan yoktu ve katın geri kalan kısmı da oldukça sakin görünüyordu. Içimden bir ses, buradaki odaların yatakhane olarak kullanılamadığını söylüyordu.

Çok da umrumda olmadığından, daha fazla üzerinde durmak yerine zemin kata indim boşvererek. Dün incelediğim büyük kapılardan biri açıktı ve işte orası yemekhane olmalıydı.

Tahminim doğruydu. İçeri adım attığımda bu konuda yanılmamış olduğumu anlamıştım ancak yanıldığım başka bir mesele vardı.

Ormanın ortasına dikilmiş olan bi bina gözümde öyle bir imaj çizmişti ki sebepsizce bu yerde çok fazla kişinin yaşıyor olduğunu düşünmüştüm. Yemekhaneye geldiğimde içerisinin tıklım tıklım olacağı yanılgısına kapılmıştım.

Ancak öyle degildi, şöyle bir göz attığımda tam olarak saymam mümkün olmasa da içeride bulunan kişi sayısı otuzdan fazla değildi. Yemekhane büyük olmasına rağmen masaların çoğunluğu boştu.

Karşı taraftan bir tepsi alıp sıraya girdiğimde önümde yalnızca iki kişinin bulunuyor olması içimi rahatlatmıştı. Gereksiz sıra beklemekten nefret ederdim.

Kısa süre sonra tepsimi hızlıca doldurduktan sonra boş masalardan birine rastgele oturdum. Etrafımdaki sandalyelerin çoğu boştu, yalnızca yan tarafımda uzanan masaların beş veya altı masa ilerisinde genç bir kızla oğlan oturuyordu başbaşa. İletişim kurabileceğimiz bir mesafe değildi ancak kızla yanlışlıkla göz göze geldiğimde bunu geri almak için fırsatım olmadı.

master of my soul, hunsooWhere stories live. Discover now