dokuz

430 49 34
                                    

Kötünün kötüsüydüm.

O başarısızlıkla dolu ilk dersin sonrasındaki derslerde de biraz bile ilerleme kaydedememiştim. Aslında benden bunu başarmamı istemesi bile deliceydi bana göre. Hiçbir şey öğretmiyor, yol göstermiyor ve sadece zihnimi çalıştırmamı söylüyordu. Nasıl başarabileceğim hakkında en ufak bir fikrim yokken bu nereye kadar sürecekti, gerçekten bilmiyordum.


Eğer buradan hızlıca kurtulmak istiyorsam bunun yolu, önce Sehun'un öğretmeye çalıştığını öğrenmekten geçiyordu. Çünkü ancak bu şekilde üzerimde hakimiyet kurup beni burada kalmaya zorlamasını engelleyebilirdim.

Chanyeol'e bir ay olarak söz verdiğim o süreç içerisinde başarılı olabilmeyi umuyordum. Bu yüzden çalışıyordum bu kadar sıkı, kendimi bu yüzden zorluyordum.

Yine başarısız bir dersin ardından, ter dökmüş halde ayrılmıştım o gün odadan. Tamamen çıkmadan önce "İyi gidiyorsun." demişti sahte bir tebessümle. Bunun doğru olmadığını ve alay ettiğini biliyordum. Görünüşe göre fazla eğleniyordu o günlerde başarısızlığım hakkında. En sevmediğim insan tipi listemde, üniversiteye giderken tanıdığım uyuz bir oğlanı alt ederek birinci sıralamaya yerleşmişti Oh Sehun. Diyorum ya, oradan bir an önce kurtulmak için elimden geleni yapardım.

Elimdeki çeteleye bir çarpı daha attım kırmızı keçeli kalemle. Bu aptal yerdeki sekizinci günümü doldurmuştum. Önümdeki yirmi güne nicel olarak bakınca epey uzun, Sehun'un öğretmeye çalıştığı şeyi kavrayabilmem için kalan süre nitelemesiyle bakınca ise inanılmaz kısaydı. Derin bir oflamayla beraber bıraktım elimdekileri yan taraftaki komodine. Ardından lambayı söndürüp yatağa girdim ve gözlerimi kapattım. Erken uyumak, daha az düşünmek zorunda kalmak demekti. Ve olası bir psikolojik çöküntüden kaçınmamın bana göre en iyi yoluydu.

Ama beklediğim gibi geçmedi ilerleyen dakikalar. Gözlerimi her ne kadar kapatırsan kapatayım kendimi uykunun kollarına bırakamıyordum. Uykum yok değildi aslında. Ama bazenleri olur ya hani uykunuz olsa da tuhaf bir şekilde uyuyamazsınız asla, sanırım tam olarak öyle bir durumdu benimki.

Dönüp durdum yatağımda. Yastığı ikide bir çevirmenin veya yorganı oradan oraya atmanın faydası yoktu. Sanırım bir saatten fazla direndikten sonra pes ettim. Şimdilik ısrar etmenin anlamı olmayacağını biliyordum. Eğer evde olsaydım şimdi kitaplıktan rastgele bir okuma kitabı seçer ve onu okumaya başladıktan beş dakika sonra uyuyakalırdım.

İstemsizce ufak bir tebessüm oluştu yüzümde. Genelde put gibi uyuduğumdan, sabah uyandığımda kitap hala göğsümde olurdu ve Yerim bulduğu her fırsatta üzerime gülerdi.

Şimdi yanımda ne Yerim, ne de okuma kitabı varken, ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim olmadan kalktım yatağımdan. Odanın lambalarından yalnızca birini yaktıktan sonra pencerelere yöneldim. Pencerenin iki kanadını kendime doğru çekerken serin rüzgar çarptı yüzüme. Daha önce düşünsem, hiçbir yaz gecesini böyle bir ormanın içinde geçireceğim aklıma dahi gelmezdi.

Kollarımı pencere pervazına dayayıp başımı dışarı doğru verdiğimde aslında Oh Sehun'u orada göreceğimi düşünmüyordum. Bugün o aptal eğitim saatlerinden sonra kendisini bir kez daha görmeyi de hiç dilememiştim zaten.

Binanın arka cephesindeki ufak bir çıkıntıya oturmuştu. Öylece önündeki ağaçların gövdelerini seyrederken dirseklerini bacaklarına dayamıştı. Tepeden baktığım için yüzünü göremiyor olsam bile düşünceli olduğu her halinden belliydi.

master of my soul, hunsooWhere stories live. Discover now