altı

547 74 56
                                    

Jungkook gittikten sonra belki dakikalar boyunca kaldım orada. Arkamdaki alçak, beton duvarın güneşin kızgınlığıyla boyanmış yüzeyiyle sırtımı birleştirdiğim saniyeler kum taneleri gibi akıp gitti benim zihnim zorlu çıkmazlarla meşgul olurken.

Bu tarzda bir düşünce seansını sonlandırabilmek adına bir formalite haline gelen derin, oldukça derin nefesimi bıraktıktan sonra hareket ettim yeniden ilk kez. Uzun süredir güneşin direkt olarak vurduğu bir noktada öylece duruyor olmaktan olacaktı ki, başıma güneş geçmiş gibi hissediyordum. Hafif bir ağrı vardı anlımda ama dün iki kez hissetmiş olduğum o aşırı kuvvetli ızdıraptan sonra şimdiki işten bile değildi.

Elimin tersiyle hafifçe alnımı kontrol ederken bir yandan da yürümeye başlamıştım. Bir an önce eve gidip yine sabahki gibi depresyona girmek istiyordum, tahminimce bana en iyi gelecek olan şeydi bu.

Kolumda bir elin varlığını hissettiğimde daha yalnızca birkaç metre yürümüştüm oysaki. Daha arkamı dönmeden biliyordum, kolumdan tutup beni durduran bu kişi her kimse Oh Sehun ve lanetleriyle mutlaka bir bağı olduğunu. Bütün bunlar bir rüya olsa ne de güzel olurdu. Gerçi rüya değil ancak kabus olabilirdi. Fakat yine de tercih ederdim.

Arkamı döndüğümde, yanılmıyor olmak hayatımda ilk defa memnun etmedi beni. Başına siyah bir kep şapka geçirmiş olan genç kızın yüzü her ne kadar bu şapkayla gölgeleniyor olsa da alev rengi saçları kendini ilk bakışta ele veriyordu. Sehun'u her ne kadar görmek istemiyorsam onun ortağını da, veya her neyse, aynı derecede görmek istemiyordum. Park Chaeyoung, o gerçekten de en az Sehun kadar tekinsizdi.

Siyah kot, siyah tişört, siyah hırka, siyah şapka. Chaeyoung'un bu görünümü bana fazlasıyla lunapark akşamını hatırlatıyordu. Zira o akşam Sehun ne kadar siyahsa, bugün karşımdaki bu genç kız da o kadar siyahtı. Simsiyahtı. Gizemliyi oynamaya, gözümde etkili bir imaj çizmeye çalışmıyorlarsa eğer bunun mantıklı bir açıklaması varsa bile ben fikir yürütemiyordum bu konu hakkında.

"Beni takip mi ediyordun?" dedim öfkemi saklama gereği duymadan. Sesim o kadar sert, o kadar nefret dolu geliyordu ki kulağa, kendim bile şaşırmıştım açıkçası. Ancak böylesi daha iyiydi.

O ise beni tamamen duymazdan geldi. "Benimle gel, Sehun seni bekliyor."

Hayret dolu, eğlenmekten çok uzak bir kahkaha koyarken şaşkınlıktan büyümüş gözlerle baktım ona. "Paşa gönlü öyle istemiş diye neden seninle gelmek zorunda olayım?"

Mimik dahi oynamadı yüzünde. Bir insan ne kadar ifadesiz durabilirse o kadar ifadesizdi. "İtiraz ettiğin sürece yalnızca vakit kaybetmiş olacaksın."

Az önceki kahkahayla birlikte gevşemiş olan yüz hatlarım yeniden teker teker gerilirken öfkeyle çekip kurtardım kolumu onun parmaklarının arasından. "Rahat bırakın beni."

"Yarım saat sonra masum bir insanı boğazlayıp öbür tarafa göndermek istemiyorsan gel."

Açık açık tehdit ediliyordum. Yeterince sinir bozucu değilmiş gibi, bir de bu tehtidin fazlasıyla geçerli olması ve beni istediklerini yapmaya mecbur bırakması ise en çok kafayı yedirten şeydi.

Öfkeyle soluyarak baktım yüzüne. Bir şey söyleyecektim oldum, vazgeçip geri kapattım ağzımı. Söyleyebileceğim hiçbir şeyin geçerli olmayacağını biliyordum çünkü.

"Son kez..." deyiverdim aniden, hiç düşünmeden konuşmuştum. "Son kez geleceğim seninle. Ve daha sonrasında bu konuyu sonsuza dek kapatacağız, bir daha yüzünüzü bile görmeyeceğim."

Kendimden fazlaca emin, ve bence biraz da korkutucu bir biçimde konuşmuş olmama rağmen tepki vermedi Chaeyoung. Buna şaşırmamam gerekiyordu artık, kız tam bir poker face'ti.

master of my soul, hunsooWhere stories live. Discover now