yedi

497 64 69
                                    

Ben, ben değildim.

Bütün zihinsel fonksiyonlarım dağılmış, belki kaybolmuş, ya birbirine girmiş ve işlevsiz hale gelmişti. Attığım adımlar birbirine dolanıyordu. Akmasına izin vermediğim, belki şoktan belki de sinirden doğan gözyaşları görüşümü puslandırıyordu. Sol tarafımda uzanan caddede trafik mücadelesi veren araçların korna sesleri boğuktu, yüzlerce metre öteden gelen bir sesle farkı yoktu.

Ben, ben değildim.

Darmadağınık bir Kim Jisoo dolanıyordu Seoul sokaklarında, bu ben değildim.

Monoton hayatı dolayısıyla hiçbir duygunun aşırısına alışık olmayan bir kızdım ben. Sertçe yutkunduğumda boğulacağımı hissettiğim ilk seferimdi.

Cebimdeki telefonuma uzandığımda ellerimin titrediği ilk seferdi; ekrana dokunurken parmaklarımın birbirine karıştığı, telefonu kulağıma götürürken zorlandığım ilk sefer. Chanyeol'ün sesini duymanın dahi güven vermediği.

"Efendim Jisoo?"

Benim ruh halime nazaran ses tonu o kadar rahat, o kadar normaldi ki kulağa yabancı geliyordu. Flört ettiğim çocukla buluşmaya gittiğimi sandığını biliyordum.

"Sabahki kafeye gelin... Yerim'le birlikte. Her şeyi anlatacağım."

Söylerken sesimin titrememesi için büyük bir mücadele verdiğim bu cümle, titrek olmamasına rağmen boğuk çıkmıştı ve bir şeylerin yolunda olmadığını ifade etmeye yetiyordu. Zira Chanyeol'ün sesi aniden değişti, endişeyle dolduğunu hissettim. "Jisoo... İyi misin?"

"Sadece gelin." Cevap beklemeden kapattım telefonu. Akşamın karanlığında adımlarımı hızlandırmaya çalıştım, belki de bir an önce oturup kendime gelmem gerekiyordu.

Sabah oturduğumuz kafeye vardığımda, hiç düşünmeden yine aynı masaya ilerledim. Dakikalar boyunca ikisinin gelmesini beklemek eziyet gibiydi; bir an önce anlatmak ve rahatlamak, içimdeki birikenleri birileriyle paylaşıp hafifletmek istiyordum.

Onlar gelene kadar prova yapıp durdum. Nasıl söyleyeceğim, nereden başlayacağım, ne kadarını anlatacağım gibi düşüncelerle meşgul oldu zihnim. Ve planladığım hiçbir yol geçerli görünmedi gözüme, her ne şekilde söylersem söyleyeyim büyük bir şok yaşayacaklardı. Tek umudum, deli olduğumu düşünmemeleriydi.

"Hey, Jisoo!"

Başımı kaldırdığımda endişeli, endişe dolayısıyla hızlı adımlarla yaklaşan iki arkadaşıma baktım. Tepki vermedim, yalnızca karşımdaki sandalyeleri çekip oturmalarını bekledim.

Oturur oturmaz sarı saçlarından bir tutamı kulağının arkasına sıkıştırıp masanın üzerine doğru eğildi Yerim. "Jisoo iyi misin? Endişelendim..."

"İyiyim." diye yalan söyledim. "Beni boşverin ve şimdi anlatacaklarımı iyi dinleyin."

"Son birkaç gündür sürdürdüğün tuhaf halinin sebebinden bahsediyorsun değil mi?" Bakışlarımı Chanyeol'e çevirdim ve sessizce başımı salladım. O da daha fazla soru sormak yerine susup bana fırsat tanımayı seçti. Bakışlarımı her ikisinin gözlerinde gezdirdikten sonra derin bir nefes aldım ve nihayetinde konuştum.

"En başından alacağım. Her şey lunaparka gittiğim gün başladı..."

▪▪▪

"Şimdi hiç tanımadığın bir adamın eğitme bahanesiyle seni bilmediğin bir yere götürmesine izin vereceğini mi söylüyorsun?"

Gözlerini kocaman açmıştı Chanyeol, bakışlarında ise şaşkınlık ve biraz da öfke vardı. Ona hak veriyordum, kim olsa elbet böyle düşünürdü. Ve şuan ona her ne söylersem söyleyeyim mantıklı gelmeyeceğini biliyordum ama en azından denemeliydim.

master of my soul, hunsooDonde viven las historias. Descúbrelo ahora