Selim'in anlatımından:
“Bak sana ne diyeceğim.” Diyerek konuyu değiştirmeye çalıştım. Bu konuda ne onu zorlamak ne de üzmek istemiyordum. Hiçbir konuda üzmek istemiyordum ya orası ayrı…
“İdris Aleyhisselam’ı anlatayım mı burada sana?”
Bunu demem ile gözlerinde bir parıltı gördüm. “Not alamayacağım ama olsun… Anlat sonra hatırladığım kadarıyla not alırım.”
Doğrulmaya çalıştı. Durdurdum. “Rahatını bozmak yok. Dinleneceksin. Böyle dinle beni.”
“Kur’ân-ı kerîm’de ismi geçen peygamberlerdendir. Bundan önce anlattığım Şit aleyhisselamın torunlarındandır. Asıl ismi Ahnûh veya Hanûh’tur Kesin bir bilgi yok buna dair. Kur’ân-ı kerîm’de İdrîs diye bildirildi. Kendisine peygamberlik, hikmet ve sultanlık verildiği için “Müselles bin-Ni’me” (kendisine üç nîmet verilen) de denilmiştir. Babasının adı Yerd, annesinin adı Berre veya Eşvet’tir. Bâbil’de veya Mısır’da Mûnif denilen yerde doğduğu rivâyet edilmiştir. Kendisine otuz suhuf (forma) kitap verildi. Âdem aleyhisselamdan ve Şît aleyhisselamdan sonra insanlar maddeten ve mânen bozuldular. İdrîs aleyhisselam, içinde yaşamış olduğu, Kâbil’in evlâdından bir topluluğa peygamber olarak gönderildi. Her türlü isyân, kötülük ve günâhın işlendiği bu topluluğa Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirdi ve Allahü teâlâya kulluk etmeleri gerektiğini sabırla anlattı. Allahü teâlâ ona otuz sayfa suhuf (forma) kitap gönderdi. Cebrâil aleyhisselam dört defâ gelerek Allahü teâlânın emir ve yasaklarını tebliğ etti.
İdrîs aleyhisselam, kavmine kendisinden sonra gelecek peygamberleri, Muhammed aleyhisselamın vasıflarını bildirdi. Kendisinden sonra gelecek olan Nûh Tûfânını ve Âhir zaman peygamberi Muhammed aleyhisselamı bütün tafsilâtıyla anlattı. Peygamber olduğunu ispat eden birçok mucizeler gösterdi. Fakat kendisine kavminden pek az kimse itâat etti, pek çoğu ise karşı geldi. Bunun üzerine İdrîs aleyhisselam yaşamış olduğu Bâbil diyârından Mısır’a hicret etti. Kendisine îmân edenlerle birlikte burada yerleşti. Allahü teâlâ ona yetmiş iki lisanla konuşmayı nasib etti. Her kavmi kendi lisanıyla hak dîne dâvet etti. Harp âletleri yapıp, kâfirlerle cihâd etti.
İnsanlara şehir kurmak sanatını ve idârecilik ilmini öğretti. Yüz şehir kurdu. Bunların en küçüğü Diyarbakır yakınında bulunan Rehâ şehridir. Her millet de öğrendikleri bu kâidelere göre kendi bölgelerinde pek çok şehirler kurdu.
İnsanlara muhtelif ilimleri de öğretti. Pek çok kimseye hikmet ve riyâziye (matematik) dersleri verdi. Fen ilimleri, tıp ve yıldızlarla alâkalı ince ve derin meselelerden bahsetti. Allahü teâlâ ona göklerin terkiplerini, neden meydana geldiklerini, yıldızlarla alâkalı derin bilgileri, senelerin sayısını ve hesâb ilmini öğretti. İdrîs aleyhisselam kavmine kalem ile yazı yazmasını, iğne ile dikiş dikmesini öğretti. Öğrettiği ilimler, Allahü teâlânın bildirmesi ile oldu. Yoksa insanoğlunun aklı ve zekâsı, sâdece araştırma yoluyla bu bilgilere ulaşamazdı. Eski Yunanlılar ve daha sonra gelen filozoflar, fizik, kimyâ ve tıb bilgilerini İdrîs aleyhisselamın kitâbından aldılar.
İdrîs aleyhisselam, uzun seneler insanları hak dîne dâvet etti. Yeryüzünün meskûn yerlerini dört bölgeye ayırıp herbirine bir vekil tâyin etti. Bir müddet sonra Aşûre gününde göğe (semâya) kaldırıldı. Dünyâda yaşadığı ömrünün sonuna doğru ölüm meleği Azrâil aleyhisselam, İdrîs aleyhisselamı ziyârete geldi. İdrîs aleyhisselam, Azrâil’e: “Bir anlık benim rûhumu al.” dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ, Azrâil aleyhisselama; “Onun rûhunu al!” diye vahyetti. Azrâil aleyhisselam rûhunu aldı. Allahü teâlâ, İdrîs aleyhisselamın rûhunu tekrar iâde etti. İdrîs aleyhisselam, Azrâil aleyhisselama; “Beni semâlara götür. Cennet’i ve Cehennem’i göreyim.” dedi. Allahü teâlâ, Azrâil’e onu semâya götürmesini, Cehennem’i ve Cennet’i göstermesini vahyetti. İdrîs aleyhisselama Cehennem gösterildi. Cennet’e götürüldü. Cennet’e girince, çıkmak istemedi. Kendisine; “Niçin çıkmıyorsun?” diye sorulunca; “Allahü teâlâ, «Her nefis ölümü tadacaktır.» buyurdu. Ben ise ölümü tattım. Yine Allahü teâlâ, «Herkes Cehennem’e uğrayacaktır.» buyurdu. Ben oraya uğradım. Allahü teâlâ, «Onlar oradan (Cennet’ten) çıkmayacaklardır.» buyurdu. İşte ben bunun için Cennet’ten çıkmak istemem.” dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ, Azrâil’e vahyedip, İdrîs aleyhisselamın Cennet’te kalmasını bildirdi. İdrîs aleyhisselam böylece Cennet’te kaldı. Bu husus Kur’ân-ı kerîm’de Meryem sûresi 57. âyet-i kerîmesinde meâlen; “Biz onu yüksek bir mekâna kaldırdık.” buyrulmak sûretiyle bildirilmiştir. Tefsir âlimleri âyet-i kerîmede bildirilen “yüce mekân”dan murâdın, peygamberlik ve Allahü teâlâya yakınlık mertebesi veya Cennet veya altıncı, yâhut dördüncü kat semâ olduğunu bildirmişlerdir. Tabii bunlar tefsir yorumları.
Nitekim Buhârî ve Müslim’de bildirilen hadîs-i şerîfte, Peygamberimiz aleyhisselam Mîrâca çıktığı zaman, hazret-i İdrîs’i dördüncü kat semâda gördüğünü bildirmiştir. İdrîs aleyhisselam diri olarak göğe çıkarılınca, onu çok sevenler, ayrılık acısına dayanamadılar. Hatırlamak için resmini yaptılar. Daha sonra gelenler bu resmi tanrı sandılar, çeşitli heykeller yapıp tapıldı. Böylece putperestlik meydana çıktı.
İdrîs aleyhisselam, ağaçların yapraklarının sayısını bilirdi. Duâ ederken (Bî adedil-evrâk) “Ağaçların yaprakları kadar” diyerek tesbih okurdu. Yıldızlara âit ilmi bilirdi. Kavmini îmâna dâvet ettiği zaman, yıldızların heyeti, durumu ve diğer husûsî hâllerini açıklamasını istediler. İdrîs aleyhisselam bunu geniş olarak haber verdi. Yıldızların durumunu anlattı. Bunun için “nücûm ilmi” hazret-i İdrîs’den kalmıştır, denir. Melekler grup grup onun ziyâretine gelip görünürlerdi. Her birinin ismini, vazîfesini, tesbihini bilirdi. Havada uçup giderlerken onları görürdü. Gökyüzündeki bulutlara dağılmalarını emrettiği zaman dağılırlar ve dile gelip onunla konuşurlardı. Bunlar Allah’ın İdrîs aleyhisselama verdiği mucizelerdir.”Pür dikkat beni dinliyordu. Anlattıklarımdan keyif aldığı ve anlattıklarımı zihnine kazıdığı o kadar belliydi ki gözlerinden…
“Birkaç hikmetli sözü var İdris Aleyhisselam’ın. Ama şu an aklımda hepsi yok. Eve gidince okurum sana.” dedim. Hatırlasam bile tam olarak cümlelerin hepsi zihnimde yoktu. Yanlış aktarmak istemiyordum cümleleri de.
“Ben bir taburcu olabilir miyiz sorup geleyim.”
Yavaşça ayağa kalktım. Uzun süre oturmaktan ve hareketsizlikten bacaklarım uyuşmuştu. Bir süre kalktığım yerde durdum ve Hifa’yı izledim. Gözlerimin içine bu kadar rahat bakamazdı önceden. Bu son zamanlarda yavaş yavaş cesaret edebildiği bir şeydi. Sürekli gözlerini kaçırırdı benden… O halleri çok masum gözükürdü bana.
En sonunda adımlarıma yön verip danışmaya doğru gittim. Doktor neredeydi diye düşünürken, ileride kahvesini yudumlayan doktoru gördüm. Yanına doğru gittiğimde beni fark edip o da yürümeye başladı. “Ben de sizi kontrole gelecektim. Son kez bir bakayım, taburcu işlemlerini halledersiniz.” Elindeki kahveyi çöpe doğru atacaktı ki, “Kahvenizi bitirseydiniz acelemiz yok bizim. Sabahtan beri koşturuyorsunuz.”
Çok kutsal bir meslekti doktorluk… Gecesi gündüzü, dakikası saati… Hepsi hastalarınındı. “Çok canım çekmiyordu zaten. Ayrıca bu benim görevim.”
Kahveyi çöpe atıp önümden yürümeye başladı. Çok yaşlı sayılmazdı. Genç bir çocuktu. Muhtemelen birkaç yıldır doktordu… İşini severek yaptığı da belliydi gözlerinden.
Hifa’nın yanına geldiğimizde, kontrollerini yaptı ve çıkışımıza onay verdi. Hifa tek başına hazırlanabileceğini söylediği için çıkış işlemlerini yapmaya gittim.
Döndüğümde Hifa hazırlanmış beni bekliyordu. “Bu günümüz de böyle geçti.” dedi iç çekerek. “Mezarlığa gidecektik halbuki.” dedi yüzünü düşürüp. “Yarın gideriz Hifa. Günler torbaya girmedi ya.”
Koluma girip başını omzuma yasladı. “Seninleyken günler küçücük bir torbanın içine hapsedilmiş gibi hissediyorum. Çok hızlı geçiyor.”
Arabanın önüne geldiğimizde kapısını açtım ve oturmasında yardımcı oldum. Başını çok ani hareket ettiremiyordu. Birkaç dikiş atılmıştı saç bitimlerinin olduğu yere. Çok önemli gözükmüyordu ama canının acıdığına emindim…
“Keşke Allah sevdiklerimin tüm acılarını bana verse.” diye fısıldadım alnından öpüp onu. Alttan alttan bana baktı sadece. Kapısını hala kapatmamıştım ve onu izliyordum. “Çok seviyorum seni.” dedim elimi yanağına koyup. “Dikkat et kendine. Çok korkutuyorsun beni.”
Hava yavaş yavaş kararırken evin yolunu tuttuk…
~~~~~
Kısa bölümlerden ötürü özür dilerim. Fakat üniversite sınavı gibi bir gerçeğim var.
Ona çalışıyorum.
Yaz tatilimi değerlendirmek açısından ve motive olmak için geziyorum.
Ayrıca yakın bir zamanda Hesim adındaki kitabımı bastırmak istediğim için onu baştan yazıyorum.
Nefes dahi alamıyorum...
Nefes alacak vakit bulduğum an soluklarım bu satırlarda misafir oluyor.Sizi de çok seviyorum.
Bana çok dua edin olur mu?Çünkü fazlasıyla yoğun günlerden geçiyorum ve bu yoğunluk azalmıyor. Gün geçtikçe artıyor...
Tatlı bir yorgunluğu var elbette ama... Siz dua edin hep...Çoook sağlıcakla kalın.
Sizi en güzele emanet ediyorum. ❤️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AFİHİFA
SpiritualASKIDA / Hani her insan kendi hayatının baş rolüdür diye bir söz var ya. Her insan kendi yalanlarının baş rolüdür. Hayat doğru yazılır. Yanlış yaşanır... \/\/\/\/\/\/ "İsmini neden sevmediğini anladım Hifa." dedi önümde diz çökerek. "Neden?" diye...