X

2K 216 91
                                        

Lütfen Roy Kim- Pinocchio ile okuyun.

Zaten ağır olan düşüncelerimin üzerine bir de ağır olan cümlelerini eklemişti. Acımı sırtlanmak isteyen bir insanın cümleleriydi bunlar. Ancak yine de ağır gelmişti. Çok acınası bir halde olduğumun dışarıdan da görülmesi miydi bana batan yoksa bu dışarıdan bile görünen yaramı ilk defa birinin sarmak isteğini söylemesi mi?

Akrabalarımı düşündüm, lisede olduğunu sandığım arkadaşlarımı. Hiçbiri yanımda değildi. İlk adımı ben atacak olsam gelirlerdi ama ilk adımı atan hiçbir zaman onlar olmayacaklardı.

Sonra başımı sağıma doğru çevirdim. Akrabalarımı, diğer tüm insanları arkasında bırakarak gelen kişiye, Yoonoh'a. Orada öylece onu hayatıma kabul etmem için bekliyordu. Bir insan neden hayatı güzel, yolunda giderken kendine mutsuz ve kırılgan bir insanı yaşamına katmak isterdi ki? Öyle kişilerle normal konuşamazdınız. Hassas oldukları konuları bilip ona göre temkinli konuşmak zorunda kalırdınız. Peki Yoonoh yumuşak çimlerin üzerinde uzanmaktansa, neden diken üstünde durmayı tercih etmişti?

Tüm bu düşüncelerimi bölen görüntüsüne dalıp gittiğim denizden başkası değildi. Ayaklarımıza vuran güçlü dalga sayesinde hem ayaklarımız hem de katlamış olmamıza rağmen pantolonlarımızın paçaları da ıslanmıştı. Korkup geriye doğru adımladığımda kendi iç dünyamdan çıkıp gerçekliğe dönmüş ve gözleri hem korkma diyen hem de cevap bekler gibi bakan Yoonoh'a bakmıştım.

Islanan ayaklarımız yavaş yavaş kumda batmaya başladığında hala daha ayakta sessizce dikiliyorduk. Ellerimi montumun içine sokarken sessizliği bozdum.

"Ne demeliyim? Gerçekten soruyorum. Böyle bir şey karşısında ne denir, ne hissedilir bilmiyorum."

Sorduğum soruyu, söylediğim şeyleri es geçti ve soruma soru ile karşılık vererek konuştu. "Kendine neden yaptın bunu?"

Bakışları beni bulurken devam etti canımı yakmaya. "Genelde insanlar umutları, yaşama istekleri tükendiğinde hayatlarını sonlandırmak isterken sen neden yaşayan bir ölü olmayı tercih ettin?"

Söylediği her kelime hala daha kabuk bağlayamamış yaramı biraz daha deşiyordu. Her kelimesinin haklı olduğunu bilmem canımı daha fazla yakıyordu. En sonunda bıraktım. Çölüme bir damla yaş daha bıraktım. Sağ yanağımdan aşağıya inen yaşı hissettiğimde görüşüm çoktan bulanıklaşmıştı. Görebilmek adına gözlerimi kapatıp açtığımda bu sefer dahası eşlik etti tek başına inen damlaya. Ağlamaya alışmıştım ancak bu sefer sanki daha fazla canımı yakarak indi o yaşlar gözümden.

"Ağlama." dedi. Sanki o lafları eden o değilmiş gibi.

"Kelimeler hala daha o kadar güçlü değil ne yazık ki." dedim. Sessim çıkmamak için direniyordu sanki. Yutkunup devam ettim. "Ağlama deyince ağlamamı kesecek kadar değil."

"Neden ağlıyorsun peki? Neden ağladığını biliyor musun?" dedi. Sorusunu cevaplamayı düşünmüyordum. Zaten o da benden bir cevap beklemiyordu.

"Dur. Ben söyleyeyim. Kendine yandığın için bu gözyaşları. Dudaklarını aralayıp "Ben ne yaptım" diyemiyorsun ya. İşte senin yerine onlar konuşuyor."

Katlanmak zor gelmeye başlamıştı. Kısık sesimle konuştum. "Acımasızsın."

"Asıl kendine bunu yaparak acımasız olan sensin."

Sonra başını eğip derin bir nefes aldı. Sanki zorlanıyormuş gibi. Ama yüzünden o eski yumuşak ifadesini okuyamıyordum. Hani birini kendine getirmeye çalışırken onun karşısında daha dik ve sert durmaya çalışırız ya, sanki akıttığı zehirle beni ayıltmaktı amacı. Acaba farkında mıydı, söylediği sözlerin panzehirinin olmadığının?

Piyanist • Jung JaehyunWhere stories live. Discover now