II

2.5K 241 270
                                    

Zorlu yolculuk bittiğinde, İngiltere'deydim. Zorlu demiştim çünkü sıradan insanlarla, kokuşmuş bir yük arabasında saraya getirilmiştim. Artık bir soylu değildim. Burada, sarayda bana verilen görevi yapacaktım. Kimse benim aslında kim olduğumu asla bilmeyecekti.

Gökyüzü, kapkaranlıktı. Siyah bulutlar sanki sarayın üstünü çevrelemişti. Kötü nitelikleri içine toplayan bir mıknatısa benziyordu.

Sarayın kapıları açıldı. Büyk duvarlara çevrili olan sarayın içi şehre göre daha güzel kokuyordu. İnsanlar daha az ve daha meşgül görünüyordu.

Şuana kadar hayatımı, seçimlerimi ve diğer her şeyi sorgulayacak çokça vaktim olmuştu. Özellikle yolculuk esnasındayken.

20 yıl boyunca, ahırda çalışmak için mi almıştım onca eğitimi; savaş teknikleri, dövüş, kılıç, politika becerileri ve birkaç yabancı dil. Saraylı atlarla ilgilenirken, bunların hiçbirisi işime yaramayacaktı.

Almanya'da bıraktığım ailem; kız kardeşlerim, nişanlım. Belki de onları yıllarca göremeyecektim.

Görevim asla aklımdan çıkmıyordu. Öldüreceğim ilk insan olmayacaktı, ama en önemli insan olacağı kesindi. Bir veliaht prens.

Ve onunla tanışmamıştım. Saraya geleli neredeyse 3 ay olmak üzereydi.

Prens Harry. Birkaç kez onu uzaktan görme şansım olduysa da, çok silikti her şey. Henüz çok küçük olduğundan haberim vardı. On üç? Evet böyle bir sayıydı.

Ve sonunda yaz ayları gelmişti. Bu onunla nihayet tanışacağım ve öldürmemi kolaylaştıracak adımlar atmamı sağlayacak olmam anlamına geliyordu.

Babasının ona yeni hediye ettiği bir at vardı. Özellikle onunla ilgilenmemi istemişti. Dediğini yapıyordum. Her gün...

Ama o gün, beklenmedik bir şey olmuştu.

Omuzlarında altın işlemeli, fazlasıyla parlak olan demir yeleği, üzerinde ise yumuşak görünen kumaştan -hatta saf ipek bile olabilirdi- kıyafetiyle arkamda belirdiğinde, casusluk reflekslerimin getirisiyle aniden ona dönmüş ve yüzündeki ifadesinin sırıtmaktan, şaşkınlığa dönmüş olduğuna tanık olmuştum. Bu oydu.

Ne kadar güzel bir çocukmuş.

Aslında bu sarayda dolaşan dedikodulardan sadece bir tanesiydi. "Şaşırması gereken sensin."

"Neden?" diye sordum.

"Çünkü bu saatlerde prensin bahçede hatta ahırda işi olmaması gerek." Yüzünde tekrar bir sırıtma belirdi. Masum, tatlı bir çocuk.

Ama bu beni ilgilendirmiyor.

"Evet." Ayağa kalkıp başımı eğdim. "Bir isteğiniz var mı?"

"Atımla gezmek istiyorum."

Başımla emrini onaylayıp krem rengi uzun yelesi olan atı, sürüşü için hazır hale getirirken bazen onu izledim. Çok saftı ve her şeyden bir haber duruyordu. Bir alfa için çok aptal bir duruşa sahip diye düşündüm. Ona alfalık becerileri veren hocasının tam bir bunak olduğunu duymuştum.

Atı önüne götürdüğümde, önündeki basamağı kullanarak çevik bir hareketle semere oturdu. Halatları sıkıca tuttu aynı zamanda atın onunla iletişim kurmasını istercesine ellerini atın yelesinde dolaştırdı. Bana baktığını anladığımda, onu izlediğimi çok geç fark etmiştim. "Öğretmenim dersten kaçtığımı bilmiyor. Ona söylemezsin, değil mi? Hatta bunu da bilmiyormuş gibi davranman senin yararına olur." Sonlara doğru kıkırdadığında, cevapsız kalmıştım.

Atıyla birlikte uzaklaşırken, onu yalnız bırakmamam gerektiğini hatırlamıştım. Umarım başka bir atla ona yetişebilirdim.

y/n: uzun bir aradan sonra tekrar merhaba,
bugün okkalı bir vizem olmasına rağmen, dün gece neredeyse sabahlayıp 5 bölüm falan yazdım.. Hepsi birden bire gelen ilhamdan kaynaklıydı.. Bakalım kimler hala burada

my old man is a thief » a/b/oHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin