XXIII

1K 141 122
                                    

y/n: önceki iki bölümün özeti *hatırlamanız için*
Louis tam kralın öz oğlu olduğunu öğrendiği sırada, İngilizlerin intikamcı istilası sonucunda babasını ve saray halkını kaybetti. İngilizler Harry'i alıp ortadan kaybolduktan sonra Louis'i Clementine kurtardı. Clementine dul ve karnındaki bebeği de babasız kaldı aynı zamanda Louis öz babasının yaşadığını öğrenir öğrenmez gözleri önünde öldürüldüğü + Harry de kaçırıldığı için büyük bir travma yaşadı her ikisi de. Hank gelene kadar bir nevi depresyondan çıkamadı. Hank sayesinde Louis, Harry'e tekrar kavuşmak için yola çıktı. İngilizler onu görünce Louis'i hücreye kapattılar ve ne yapacağına karar vermediler. Harry babasının zoruyla Louis'in babasını öldüren asker George'la evlendirlmek üzereydi. Aynı zamanda Harry'e bir nevi ceza olarak onu omegalığından mahrum edilmesi için birtakım ilaçlar verildi.



"Bunun başka bir yolu yok mu?" Harry, ağlamaktan kan çanağı olmuş gözlerini babasına tutmaya devam ederken, Edward oğluna, bunun tek doğru yol olduğunu nasıl anlatacağına dair planlarını yapıyordu.

Asil birinin ölümüydü insanlara sergilenecek olan. Bu yüzden simsiyah giydirildi. Harry orada olmak ve gözyaşlarını halkın içerisinde dökmek zorundaydı. Ceza iki kişilikti. Adaletli bir ölüm hakeden suçlu, ve sevdiğinin ölümüne seyirci bir aşık.

İki yüksek platform vardı meydanda. Birinin üzerinde vatanhainin idam edilirken başını koyacağı tahta kütük, diğer platformda ise kraliyet üyelerinin oturacağı altın varaklı sandalyeleri vardı. Kral Edward cellatla konuşurken, idam edilecek suçluyu getirmişlerdi. Herkes Prens Harry'i konuşuyordu. Onun gelip bunları izleyebilecek kadar cesareti olmadığını düşünüyorlardı.

"Bugün, ülkemize karşı gelenlerin, hainlik yapanların, bize saldıranların sonunu izleyeceksiniz. Hiç kuşkusuz ki bu idam tüm insanlığa ibret olacaktır. Ben Kral Edward, Louis Tomlinson'u ölüme mahkum ediyorum."

Kral, biraz sonra kan akacak platformdan inmeden önce, halkın arasından sıyrılarak yürüyen oğlunu, Prens Harry'i gördü. Kan çanağına dönmüş gözlerle göz göze geldi ve yerine giderken onun kolundan tutarak yürümesine yardım etti.

İkisi de yerine yerleştikten sonra Harry, az sonra idam edilecek adama baktı ve bir anlık da olsa, oradakini Louis olarak hayal etti. Kendini ağlamaktan alıkoymak zorundaydı. Aylardır her gece bu düşüncelerle dolu kabuslarla uyanırken, bunun insanları inandırmak için oynanması bile onu gerçekten kötü etkilemişti. Karşıdaki platformda adamın bedeni kafasından ayrıldığında, meydanda büyük bir sessizlik oldu. Duyulan tek şey kuşların çıkardığı seslerdi ve Harry, daha fazla bu oyuna katlanamayacağı için hızla ayağa kalktı orayı terk etmek üzere. İnsanlar, oradan ayrılan Prens'e yargılayıcı bakışlarını yöneltse bile, o bunların hiçbirini umursamadı.

"Bunun başka bir yolu yok muydu?" Hank, sertçe fısıldarken gözlerini bana karşı büyütüyordu. "Herkes seni öldü bilmek zorunda mıydı?"

"Başka ne yapabilirdim bilmiyorum. Buradan gitmelisiniz. Anlaşma öyleydi."

Hank, aramızdaki demir parmaklıkları kavradı ve sinirle sarstı. "Seni buradan almadan hiçbir yere gitmeyeceğiz Louis. Hepimiz babanın yeminli askerleriyiz ve seni korumaya yeminliyiz."

"Burada olmanız beni tehlikeye atmaktan başka bir işe yaramıyor." Parmaklıklardan uzaklaştığımda, Hank kaşlarını çattı. "Hank. Onu seviyorum. Onun için her şeyden vazgeçtim. Bunların geri dönüşü yok."

Hücrenin dışındaki asker, Hank'i kolundan tuttuğunda, onu sertçe itti. Hank'in gözlerinde gördüğüm hayal kırıklığı  beni tahmin ettiğimden daha çok kırmıştı aslında.

•~•~•~•

Kapımda duran gardiyan asker, kapımı açtığında saatin kaç olduğundan haberim yoktu. Hangi günde olduğumuzu bile bilmiyordum aslında. Kolumdan tutarak yukarı çıkartırken parlak ışığın gözümü rahatsız ettiğini hissetmemle kolumla yüzümü kapatmaya çalışmıştım. Asker bana nereye gittiğimi bilmediğim yere kadar eşlik ettikten sonra bir kapıda durdu. Kapıyı açtı, içeri girdim. Işıktan dolayı etrafa gözlerimi kısarak bakmak zorunda kalmıştım. Önümde duran kişi, bir nebze odaya giren ışığa engel oluyordu pencerenin önünde durarak. Yüzü sonradan bana döndüğünde, bu kişinin Harry olduğunu fark etmemle ona doğru hızla adımladım.

"Dur. Louis."

Sesiyle, yerime çakıldım.

"Üzgünüm." dedi. Sesi oldukça yorgun geliyordu. "Bunlara engel olabilirdik. Sen ve ben. Olabilirdik değil mi Louis? Çünkü kendimi suçlamadığım bir saniyem bile olmadı."

Birden ağlamaya başladığında eliyle yüzünü kapattı kendini engellemeye çalışırcasına. "Ağladığımı babama söyleme."

"Söylemem."

"Benden bir kez bile ümidini kesmedin sen. Ama ben senin bana geri dönmeyeceğinden o kadar emindim ki... George'la evlenmeyi kabul etmek üzereydim hatta. Çünkü bunlara katlanabileceğini düşünmedim ve senden ümidimi kestim. Buna inanabiliyor musun?!"

"Ben de bir süreliğine ümidimi kesmiştim Harry, her şeyden." Ağlarken sarsılan bedenine biraz daha yaklaştım ve kollarımla onu tuttum. Bana baktığında, sanki kalbim ağzımda atıyor gibiydi. "Seni affetmemi bekleme. Çünkü suçlu değilsin."

Onu tuttuğum kollarıma sıkıca sarıldı ve bir süre daha aşağıdan bana bakmaya devam etti. "Bu anı o kadar uzun süredir hayal ettim ki. Sana dönmeyi. Tekrar, gerçekten benim olduğun saniyeleri."

"Ben eski omegan değilim, Louis. Hatta-" duraksadı. "Artık bir omega olduğum bile söylenemez."

Onu sarsarak kendine getirmeyi öyle istiyordum ki. Omuzlarından tutup uzunca sarsmak ve her şeyin düzeleceğini söylemek. Fakat sadece iç çektim. Kollarımdan çekildi ve üzerindeki kumaş takımını düzeltti.  "Bana ne yaptıklarını biliyor musun? Artık kızgınlığa girmiyorum."

"İlgilendiğim tek şeyin cinselliğin olsaydı bence şu zamana kadar anlardın Harry. Ben seni seviyorum. Olduğun gibi. Onca zamandan sonra ilk konuşmamızda bunları konuşmamamız gerek. Beni de mi unuttun zamanla?!" Sesim olduğundan daha sert çıkmış olacak ki, Harry sinirle başını diğer tarafa çevirdi.

"Düzelmek istiyorum. Nasıl olur bilmiyorum. Olur mu onu bile bilmiyorum! Babam tahtı bana bıraktığında seninle evlenebileceğimi söyledi. Tahtı bırakmadan evlenmek istiyorsam başka bir sarayda yaşamamız gerektiğini ileri sürdü."

"Ölü biri olarak, benim bu duruma dair fikrim olamaz zaten."

"Sorunlardan biri de bu!" Harry hızla bana doğru yöneldi bağırarak. "Şu haline bak! Ben bile senin yerinde olsam alfalığımı korurum, kral kanıma sahip çıkarım ama sen hiç var olmamayı kabul ediyorsun! Buna deli oluyorum."

"Bunu senin için yaptım ve neredeyse pişman olmamı istiyormuş gibi konuştuğunu düşünmeye başlayacağım."

"Üzgünüm ama, pişmanım. Bizi eskisinden daha kötü bir ilişkiye koydun. Babam senin alfan olmamı istiyor."

Kaşlarımı çatsam da, kendimi gülerken buldum. "Ne saçmalıyor-"

"Evlendiğimizde, senin kralın olacağım. Buna da tamam der miydin Louis? Alfalığın buna izin verir mi? Yoksa ben boşuna mı eski halime dönmek istiyorum?"

Pencereye paralel yerleştirilmiş tekli koltuğa oturduğumda, baktığım yeri düşünmüyordum. Düşündüğüm şey Harry'nin dedikleriydi. Kendime ne yapmıştım? Biz birbirimize ne yapmıştık da bu hale gelmiştik?

"Demek ki, değişen tek sen değilsin Harry." Gözlerimi yere çevirdiğimde bile, Harry'nin bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum.

my old man is a thief » a/b/oHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin