Bölüm 20

3.9K 122 17
                                    

Odadan çıkmadan önce kapının önünde ne kadar dikildim bilmiyorum. İçimi tamamen Rüzgar'ın benden hoşlanma ihtimali olan heyecan doldurdu. Ellerim terliyor kalbim hızla atıyordu. Sonunda kendime sakin olmamı söyleyip odadan çıkabildim.  Rüzgar kahvaltıyı neredeyse hazırlamıştı. Elinde porselen çaydanlıkla tam evlenilecek bir adam gibi duruyordu. Orada dikilip ona baktığımı fark edince

"Ne kazık gibi dikiliyorsun git elini yüzünü yıka da kahvaltıya gel"

"Hıhı olur " dedim ve küçük bir çocuk edasıyla adeta parmaklarımı üzerinde seke seke banyoya koştum. Yüzümü yıkadıktan sonra hala biraz nemli olan havluyla yüzümü kuruladım. Sadece kurulamakla kalmadım Rüzgar'ın da bu havluyu kullanmış olduğu düşüncesiyle havluyu koklayıp bağrıma bastım. Beyaz dolaptaki aynada kendime baktım,uzun zamandır kendimi bu kadar enerjik hissetmemiştim. Meğer aşk dedikleri şey ne kadar güzel bir duyguymuş

"Napıyorsun tuvaleti mi keşfediyorsun hadisene" diye içeriden bana bağıran sesi duyunca aynada ki görüntüme baktım

"Sevgilin seni çağırıyor tatlım gitme vakti" deyip kendi kendime kıkırdadıktan sonra hemen uçarak gidip masadaki yerimi aldım. Rüzgar elindeki gazeteyi çoktan okumaya başlamış çayını yudumluyordu. Bu çocuğunda sabah kahvaltıda emekliler gibi gazete okuması bana çok garip geliyordu. 

Kızarmış ekmeklerden bir dilim alıp üzerine çilek reçeliyle kalp yaptım

"Yer misin?" diyerek uzattığım reçelli ekmeğe bakmadı bile

"Yemem sağol" ikramımı kabul etmese de bu mutluluğumu bozmadı bir yandan kalpli reçelli ekmeğimi yerken bir yandan onu izliyordum. Bin insan gazete okurken bu kadar yakışıklı olabilir miydi ? Hele ki çayı yudumlarken dudaklarının bardağa değişi, eski zamanlarda yaşasaydık ve eğer budist olsaydım bu çocuğa tapardım. Ona kurbanlar verir, önüne hazineler sererdim. 

"Sabahtan beri ne sırıta sırıta bakıp duruyorsun, hala hasta mısın?" dedi herkesin bildiği işaret parmağını başı üzerinde döndürüp bana deli diyerek. 

"Yoo değilim iyiyim " dedim ama bunu söylerken hala sırıtıyordum

"Kızım rahatsız mısın sen? Ne o psikopat gibi gülüp duruyorsun" 

"Öff ne var be gülmekte mi yasak ? 19 yıllık hayatımda toplasan üç kez falan gülmüşümdür zaten"

"Bence gelecek hayatında ki bütün gülümsemelerinde şu an bitti, bütün haklarını kullandın sanırım" 

"Olsun bişey olmaz " demekle yetindim. Oturduğu yerden uzandı ve elini alnıma koydu

"Allah Allah ateşin falan da yok. Normal değilsin sen bi ruh hastalıklarına falan mı görünsen?"  Sinir bozucu bir şekilde benimle dalga geçiyordu. Ama olsun içindekileri itiraf edemeyecek kadar utanıyordu belli ki. 

"Hayır ben sadece insanların hissettikleri duyguları içinde tutmamaları taraftarıyım" dedim ve bira daha öne eğilip etkili bir şekilde " Anladın mı?" diye sordum bir şeyler ima ederek. 

"Ne yani gazın mı var?" 

Bu cevabı almayı beklemiyordum. Bu kadar öküz olmak nasıl bir duyguydu ki, acaba canı bazen saman çekiyor muydu? Gözlerimi devirdim 

"tabi sen ne anlayacaksın, insanlar dedim sen insan mısın?" ekmeğimden koca bir ısırık aldım.

"Hah şöyle be kızım bi kendine gel, yemin ederim hiç tanımadığım biriyle kahvaltı ediyormuşum gibi hissediyordum" dedi.

Çocuk haklı tabi sürekli değişen ruh halime ayak uydurmak bazen bana bile zor geliyordu.  Çok mu aceleci davrandım acaba? Sabahtan beri suratına bakıp sırıtmak yerine efendi gibi kahvaltımı yapıp naif bir şekilde vedalaşıp evime mi gitseydim? Ama sırıtmadan duramıyorum ki, hala nevresim yok bahanesiyle benimle uyuması aklıma geldiğinde mutlu oluyorum. Değil otuz iki, doksan dokuz dişim olsa şu an hepsi görünüyor olurdu o derece mutluydum. Neyse diyerek biraz kendimi tutmaya karar verdim. Kahvaltı bittiğinde, Rüzgar gazetesini katlayıp masaya bıraktı

AŞK KÖLESİ &(Sözleşme)Donde viven las historias. Descúbrelo ahora