Giriş - 1

50.1K 2.1K 44
                                    

Radyoda çalan müziğe kulak verdiğimde ondan uzaklaşmak için gecenin bir yarısı arabama atlamış nereye gittiğimi bile bilmediğim yollarda ilerliyordum. Önceden şarkıların benim için bir anlamı olmazdı. Bir kelimeye bin anlam yüklemez, onun gözlerinin ne kadar güzel olduğunu düşünmez ya da bana neden öyle baktığını anlamaya çalışmazdım. Ama yüreğim böylesine yanarken bedenimi ele geçiren bir gücün şarkılarla beslendiğine yemin edebilirdim. Yoksa Zeynep Casalini'in 'Duvar' şarkısını ilk çıktığı zamanlar bile bu kadar önemsemezken, artık tozlanmaya yüz tutmuş haliyle bütün ilgimi çekmesinin başka bir anlamı olamazdı.

Sözleri bana onu hatırlatıyordu. Ve beni. Ona geri dönülemez bir şekilde aşık olan beni. İmkansızı, olmayacak olanı isteyen beni. Aşktan bu kadar kaçarken aslında ona doğru son sürat koştuğumu nereden bilebilirdim ki?

Bu gece peşimden gelmeyeceğini biliyordum. Hayır gelmeyecekti. Yine o umursamaz tavrını takınıp dönüp gidecekti. Nereye olduğunu bile bilmediğim o yere gidecek ve belki de günler boyunca gelmeyecekti. Sevmeyi bilmeyen bir adam hep kaçardı zaten. Ne bekliyordum ki?

Bu kez bitmişti.

Bu kez gerçekten bitmişti.

Bu sefer ben değil, o bitirmişti.

AŞK SERİSİ 4. KİTAPTIR (GAMZE'nin Hikayesi)

  "Ona bir bak! Onunla beni bir arada düşünebiliyor musun gerçekten?" 

 ☙❧ 

  "Onu istemiyorum! Onunla ilgili hiçbir şey istemiyorum. Onu görmek bile istemiyorum ama sen ikimizi bir araya getirmek için canla başla çabaladığından onu sürekli görmek zorunda kalıyorum!" 

  ☙ ❧ 

"Beni hayata döndürecek kadın o mu? Ona dönüp bir baksana! Hiç bana benziyor mu? Birbirimizin ne kadar farklı olduğunu göremiyor musun?"   

  ●

O Kuzgun'du. Kuzgunlar gece gibi siyah olurdu. Gecenin karasını kanatlarında taşır, yüreğini de siyaha boyayan duygular gözlerinden okunurdu. Asla acısını belli etmez, asla gün ışığına aldanmazlardı. Aşkın varlığını dahi bilmezler, onu görmek ve solumak istemezlerdi. Karanın rengini almış ruhları, bir sis gibi hareketlerine yayılırdı. Kuzgun yakardı; siyahıyla, gecesinin acısıyla, sevişiyle ve acısıyla. 

O ne kadar siyahsa, ben o kadar beyazdım sanki.Gece gibi kara bakışlarına bakıyor ve görsün istiyordum. O kadar derin, o kadar koyu ve o kadar çok şey anlatan bir bakıştı ki, ya da ben öyle sandım, içim titredi. Peri'si olarak ona tutunmak, o bakışlardaki acıyı ve çaresizliği ondan alıp sonsuza kadar yok etmek istedim. Biliyordum, bana ihtiyacı vardı. Bana ihtiyacı vardı ve bunu dile getiremiyordu. Çünkü çok gururluydu. Çünkü gururun onu koruduğunu düşünüyordu. Oysa gurur, bizi hayattaki güzel şeylerden alıkoyuyordu: cesaretli olmaktan, korkusuz olmaktan, sevmekten, yaşamaktan alıkoyuyordu. Bunu göremiyor muydu? Bunu hissedemiyor muydu?

 Ona, "Yeter artık," diye fısıldamak istedim. "Görmelisin artık beni. Ve teslim olmalısın..."

Ama hiçbir şey diyemedim. Biz kelimeler hakkında ne bilirdik ki? Ve duygular hakkında? Konuşamayacak kadar yoğun duygular boğazımızda düğümlenirken titrerdik ancak dil kemiğe bürünüp de söze gelmezdi. Su bütün sızıları dindirirdi ama suyun sızladığını kimse bilmezdi. Çok sarsan bir acıymış gibi gözlerimi kapatmak istedim. Suyun sızısını içimde hissetmek istedim.

Sızılarımı dindirebilseydi, ona ne derdim?

PERİ ve KUZGUNΌπου ζουν οι ιστορίες. Ανακάλυψε τώρα