B.M4

1.3K 82 10
                                    

            Karanlık bir odadasınız ve nereye gittiğinizi bilmeden, artık sizden hiç ayrılmayan bir korkuyla ilerliyorsunuz boşlukta. Sonrasında ise bir kıvılcım beliriyor önünüzde. Yavaş yavaş bir alev topuna dönüşen küçük bir kıvılcım, karanlığın o soğuk nefesini tatlı bir ısıya dönüştüren sıcak bir kıvılcım.
            Tam kendinizi soğuğun o yabancı meltemine isteksiz bir şekilde bırakırken size elini uzatan bu kıvılcım yavaş yavaş alevden ağlar örüyor etrafınıza; size ölümü hatırlatacak kadar soğuk, sizi son zerrenize dek küle çevirebilecek kadar sıcak...
            İçinize tekrardan büyük bir korku dolarken sessizce uzaklaşmak istiyorsunuz bu alandan ama hayır, o alevden ağ çevrenizi öyle bir sarmalıyor ki hareket bile edemiyorsunuz. Ve yavaş yavaş yaklaşıyor size. Daha da korkuyorsunuz, o ılık su buharı gibi bu alevin de sizi son zerrenize kadar üzüntü ve nefretle doldurmasından korkuyorsunuz fakat hayır, alev öyle bir şey yapmıyor. İlk baş sizin rahat edebileceğiniz şekilde ılıyor, ılıyor, ılıyor...
           Sonrasında ise tıpkı babanızın yaptığı gibi, annenizin yaptığı gibi büyük bir şefkatle okşuyor saçınızı. İşte o zaman anlıyorsunuz: Ateş her zaman için düşmanımız değildir bizim.
...
           Hastane odasına geçmiş bir yandan gözyaşlarımı bir yağmur damlası edasıyla bir deniz endamına bürünmüş mavi renkteki nevresim takımına akıtırken bir yandan da beni avutmak istediğinde annemin saçlarımı okşadığı gibi ben de onun saçlarını okşadım şimdi ve o ağlamaktan buğulanmış sesimle mırıldandım annemin bana her gece söylediği o ninniyi:
           "Her gece gibi işte bu gece de geçecek
           Ve, ve bir dalga edasıyla uzaklara sürükleyecek bütün nefretle üzüntünü.
           İşte o zaman aydınlığa kavuşmuş olacaksın,
          İşte o zaman sonsuza dek hapsedeceksin avuçların içindeki mutluluğu,
           Ve uyuyacaksın, gecenin geçip de yerini gündüze bırakması için kapatacaksın gözlerini..."
           Sonrasında ise bir sessizlik kaplamıştı odayı, hiçkimsenin bölmek istemeyeceği türden bir sessizlik...
          Ama hayatta her şeyin bozulup yok olduğu gibi açılan kapının gıcırtısıyla sessizlik de benden uzaklaşıp gitmişti işte.
         Kapının eşiğinde o hemşire kadın belirmişti.
            "Pardon, rahatsız ettiğim için üzgünüm ama hasta için bazı ilaçların alınması gerekiyor ve daha fazla birikmeden hastane masrafını öderseniz de iyi olur. Yani gün gün ödeyince rahat oluyor, diğer türlü bir anda önüne konan masrafın büyüklüğü insanların çıldırmasına neden olabiliyor. Buna çoğu kez şahit olduk."
            Ödeyecek 1 won param dahi olmasa da sormuştum işte.
            "Acaba ne kadar masrafımız?"
             "Ne kadar" olduğunu söylemek yerine tabletin ekranını yüzü buruşmuş bir şekilde çevirmişti bana ve ben öylece bakakalmıştım ekrandaki miktara.
            Daha önce bana bir hiç gibi gelen bu para şimdi gözlerimin faltaşı gibi açılmasına neden olmuştu ve bir kez daha aklımdan geçirdim şu düşünceyi:"Kesinlikle bir işe girmeliyim."
            Gözlerimin odağını yavaş yavaş o tablet ekranından hemşire hanımın yüzüne kaydırdım.
            "Çok üzgünüm ama ben bu parayı ödeyemem. O ilaç paralarını da ödeyemem. Çünkü şuan tamamen parasızım. Bakın cidden yalan filan da söylemiyorum. Yemin ederim ki bir won param bile yok."
         Bunları söylerken kendimi o kadar yaşanan olaylara kaptırmıştım ki kadının bacaklarına yapıştığımı da gözyaşlarımın tekrardan akmaya başladığını da fark etmemiştim.
Hemşire hanım beni zar zor ayağa kaldırıp annemin yanındaki koltuğa oturtturuverdi. Kadının o gözlerine baktığımda tatlı bir şefkat ile karşılaşmıştım ama o şefkatten daha da büyük bir duygu parıldıyordu gözlerinde:"acıma duygusu"
          Evet, bu duyguyu saniyeler içinde gözlerinden silebilirdim ama şu an güçlü bir insan olamayacak kadar acizdim ve yine şu an hiçbir zaman o güçlü insanlardan olamayacağımı fark etmiştim. Ben de her diğer insanlar gibi halimden şikayet etmeden duramıyordum, kendimi kontrol edemiyordum; ağlıyordum, ağlıyordum, ağlıyordum...
          Kadın yine boy hizama gelinceye kadar eğildi ve fısıltı şeklinde çıkan kibar bir sesle konuştu bana:
            "Bir işe mi ihtiyacın var?"
            İstemsiz bir şekilde dahi olsa "evet" anlamında aşağı yukarı sallamıştım başımı.
           Bu cevabım karşısında küçük bir gülümseme oluşmuştu yüzünde. Sonrasında ise bazı belgeler çıkarıverdi arkasından, sanki her şeyi daha önceden planlamışçasına...
          Belgeler, bütün hayatımı saniyeler içinde bambaşka bir hale getiren şey bunlar gibi bir kağıt parçasından ibaretti ama işte bütün hayatımı altüst etmesi saniyelerimi bile almamıştı.
         Hızlıca bir göz attım bu kağıt parçalarına.
         "Bunlar ne?"
Benden bile heyecanlı bir şekilde konuşmaya başlamıştı.
           "Bunlar sana menajerliğin kapılarını açacak olan o belgeler. Şimdi bunları al ve 'BigHit Entertainment'a git. Bang PD'ye de ki 'Beni Bayan Ji Dwi gönderdi.'
Seni hemen işe alacaktır."
            Bu aniden gelişen olay karşısında ne yapacağımı bilememiştim. Oysa "En fazla bir lokantada garson olarak çalışabilirim." diye düşünürken koskoca "BigHit Entertainment"ta menajer olmak...
            "Ama ben daha üniversiteyi bile bitirmedim. Koskoca şirkette bir menajer olmak..."
          "Sen 'organizasyon ve etkinlik bölümünde' okumuyor muydun? En azından iki yıllık eğitiminden öğrendiğin az da olsa bir şeyler vardır ama değil mi? Şimdi beni daha fazla meşgul etmeden çık şu odadan. Anneni kontrol edeceğim."
           Benimle ilgili bildiği şeyler... O konuşurken sadece ağzım açık bir şekilde onu dinlemekle yetinmiştim. Ona karşı olan bütün duygularım bir anda büyük bir hayranlığa dönüşmüştü.
           Karanlığımı bir kıvılcım gibi yavaş yavaş aydınlatmaya ve içime ılık serinlikler serpiştirmeye devam eden bu kadını hiç bir zaman unutmayacaktım.
.............
Ve bir bölüm daha. Galiba bu kitap yaklaşık on beş bölüm sürecek. Sizi çok fazla sıkmak istemem. Sevgilerle...
Mochihi Bunny❤️❤️❤️

BANGTAN'IN MENAJERİWhere stories live. Discover now